hani olur ya ...
beklersin beklersin gelmez...
ya da gelir...
ama sen zannedersin uzun soluklu bir geliş...
oysa o ateş almaya gelmiştir biraz kalır gider...
veya...
beklersin uzun zaman ...
gelecek diye...
gelir gelmesinede...
yarımdır eksiktir...
senin beklediğin başkadır...
gelen başka...
başkalaşmıştır olamaz mı...
olur...
çünkü...
ne kalan bıraktığın yerde durur...
ne giden ,gittiği gibi gelir...
sen gelişerek,değişerek gelirken ...
o bıraktığın yerde duruyorsa...
veya...
sen bırakılan yerde dururken...
o donanarak değişerek geliyorsa...
eh...
''baştan alalım''
gibi bir durum bile oluşur...
aslında kötü değildir değişim...
kötü olan ...
çubuğun iki ucunda oturup dengede duranların...
aynı oranda değişememesidir...
insan içinde böyle...
yerler,bölgeler içinde...
şehirler arası yollardaki mola yerleri iyi kriterdir bu konuda...
veya uzun süre gidilmeyen yerler mekanlar da...
ilk gidişimde hayran olduğum bir yeri...
aradan hayli zaman geçipde gittiğimde berbat bulmam...
veya...
berbat bulduğum bir yerin gelişimini görüp hayran olmam gibi...
kar'da beklemiştik böyle ...
yağdı yağacak diye diye...
1,5 gün'e fırtınası,kar'ı,tipisi,lapası,buz'u,don'u,erimesi ...
hatta yağmuru...
hepsi sığdı...
şöyle göz dolduran şekliyle yağar sandım ...
3 kepçelik bişey yağdı ...
o'da afet biriminin felaket senaryoları altında kaynadı gitti...
ben yumuşak kar severim...
ayağın gömülecek kar'a sakin sakin yürüyeceksin...
öylede olmadı hava çok soğuktu don'a çekti...
hem çok yağacak, hem kalacak, hem yumuşak olacak...
tamam...
istek dilekçesinide yazdım gönderirim yakında yukarı...
ne umdum ne buldum...
umarım bekleyip durduğum lost'un finalide aynı mıymıylıkta olmaz...
yinede...
yürüdüm,gezdim,
kar altında şehrin sessizliğinin keyfini çıkardım...
kar muhteşem yalıtım sağlar...
İstanbul ,sanırım en çok kar altında sessizdir...
sesini yormadan yanındakilerle sohbet ederek yürümenin keyfi bir başkadır...
sokaktaki can'lara bir kap su birazcıkda yemek vermeyi unutmazsınız değil mi...
biraz fotoğraf çektik...
sokaktaki can'lara bu defa kuru mama verdik...
kar'da donmadan daha uzun süre kalıyor...
adamın biri elinde makina sokaktaki can'ların resmini çekiyordu...
sevimli buluyorum tabi böyle insanları...
hakkatende uğraş veriyor fotoğraf alabilmek için...
yerlere yatıp araba altlarında açı yakalıyor filan...
zor yani...
kısa sürede bizim gruba yavaş yavaş eklemlendi...
hemen açıkladı nedenini...
__siz çağırınca kafalarını uzatıp ses veriyorlar...
ama ben çağırınca gelmiyorlar...bir dergi için hazırlayacağımda bu fotoğrafları...
sizin arkanızdan gelsek rahatsız eder miyiz...
__etmezsiniz buyrun...
başka ne diyeyim şimdi ben buna...
son derece saf ve hayret etmiş bir şekilde soruyor...
''siz çağırınca kafalarını uzatıp ses veriyorlar...
ama ben çağırınca gelmiyorlar''
diye...
herhangi birine herhangi bir şeyi anlatırken...
ve sınırlı vakitlerdeyken...
karşıdaki insanın o konuda azbuçuk bir alt yapısı olması gerekir ki...
çabucak bitsin konu...
da...
anladığım kadarıyla henüz canlı-yemek bağlantısı kurulamamış...
adam herhalde tanımadığım sokakların...
tanımadığım kedi-köpekleriyle gizemli bir bağım olduğunu filan sandı...
yıkmadım onun bu gizem algısını...
pavyon kaçkını avniyenin resmini çekmek için çiçeğinden çikolatasına...
elbisesinden tektaşına götürürken...
fotoğrafını çekerek üstlerinden para kazanacağı hayvanlara ...
2 avuç mama getirmek aklına gelmiyorsa...
ne desem boş...
kar uyuz uyuz yağdı
İstanbul kar altındayken dilimede en uyuz olduğum çocuk şarkısı dolandı...
''mini mini bir kuş donmuştu
pencereme konmuştu
aldım onu içeriye cik cik ötsün diye...
pır pır ederken canlandı
ellerim bak boş kaldı''
garip sarsak sinir bozucu bir şarkıdır...
kuşun donduğuna üzülürken...
canlanması sevindirir...
sonra uçup boş bıraktığı eller üzer ...
donduğu sanılan kuş'un cik cik ötme ihtimalini düşünmek filan...
dedim ya sarsak bir şarkıydı diye...
yağan kar gibi...
umduğunla bulduğunun arasındaki fark gibi...