bu sitedeki yazılarımın....kopyalanması,çoğaltılması,yayınlanması 5846 ya göre yasaktır...

tay ve tay





eczane vitrinlerinde ilginç yazılar reklamlar vardır çoğu zaman...
yürürken rastlarsam göz ucuyla bakarım...
tavsiye ederim ilginçtir...
hafıza güçlendirici haptan...
leke gidericiye...
performans artırandan...
kilo aldırana verdirene...
tüy dökenden ...
saç çıkartana hangi vızıttırıyı ararsan var...

eczahane'den eczane'ye geçiş sürecinde oluşmuş olmalı bu dönüşüm...
hani pastahane pastane
postahane postane
hastahane hastane dönüşümündeki gibi...
iyi oldu tabi bu dönüşüm...
kelimenin başındaki sonundaki -ha- sesi tamamda...
kelimenin ortasındaki -ha- sesi zor gelir bize ...
o yüzden zaten söylemez yutardık...
eh işte yuta yuta sonunda yazarken de düşürdük -ha-yı...
siz sağ ben selamet...
fena mı oldu...

son bir iki aydır bazı eczanelerde özellikle ilgimi çeken bir ilan var...
''bit tokası gelmiştir''
bu eczanelerin yelpazeside varoştan lükse ...
eskiden yeniye geniş bir yelpazede...
önceleri çok umursamadım...

hani bu
''keneler bastı 4 yanımızı ''
gibi
veya
''domuz gribi aşısı geldi koşun bitmeden alın'' gibi...
ya da...
''aman meyvaları sebzeleri bizim sattığımız exirle yıkayıp öyle yiyin
yoksa maazalaah zehirlenirsiniz ''
türünden üfürülmüş bir balon düşündüm...

yinede umursamışım ki...
televizyonda bit şampuanı reklamlarına denk gelmeye başladım...
bırak reklamı haftada 3-4 program anca izliyorum...
buna rağmen reklamı görüyorsam...
işte...
algıda seçicilik buna derim ...

şaka gibi yahû...
3-4 senedir keneyle yatıp keneyle kalkıyorduk...
bu yıl tatile çıktılar herhalde keneler
ki o canhıraş
''keneeee vaaarrr keneee ölüümüüü ''
bağırtısını duymuyoruz derken
yerlerini bitlere mi bıraktılar...
nolcaz şimdi bitlenicez mi...

bizim sokaktaki eczacıya sordum ...
 __ne iş bu bit tokası neye yarıyor...

anlattı
içinde ıcık cıcık bişiler varmış tokayı saçına takınca kafana bit gelmiyormuş...

__iyide bu bit nerden çıktı şimdi durup dururken onu soruyorum...
__aaa bit her zaman var önlem almak lazım...
üstelik salgın bu aralar hatta hollanda kraliyet ailesinin çocuklarında da çıktı...

sevimsiz felaket tellalı...
iki tane toka elimdeydi...
biri 5 biride 7,5 lira...
içlerinde kafuru var...
kafuru'nun da bit önleme yeteneği var...
öyle plastik pembeli yeşilli çiçekli kelebekli tokalar...
tam parasını ödeyip kafama takacakken...

-ki bu nasıl bir omurilik davranışdır az sonra anlarız-

bu kızdan en son aldığım alfasilini hatırladım...
aldığımın ertesi günü kapıda karşılaştığım yukarki kuyu cadısı ...

''geçmiş olsun neyiniz var''
dediğinde anlamıştım hatamı...
hapşır 2 kere...
öldü diye helvanı kavursunlar...

tokaları bıraktım...
eczacıya...en umursamaz olmasına çalıştığım halimle...
'aman bir o eksikti ' dedim
hiçbirşey almadan
çıktım dükkandan...

kaşına kaşına eve geldim...
freddynin kâbusu halt etmiş
benim kâbusum geri döndü...
eski oturduğum evin yöneticisinin çocuğu bitlenmişti yıllar önce...
kapıcıda yemeyip içmeyip bana yetiştirmişti...
işte benim kabus o zamanlar başlamıştı...

acilen anneme gittim...
__anne kafama baksana bit var mı...

kadın koltuktan düşüyordu...
neyse baktı yinede

__yok evladım birşey
__anne bakıyorsun ama bak doğruyu söyle görsen tanırsın di mi biti...
__aaa tabi tabi tanımam mı çocuğum kahverengi küçük böcekler olmalılar...

amannn çok rahatladım bende eflatun zıplayan ve dana kadar birşey zannediyordum...

__anne olmalılar derken??
__yani renkleri ya da boyları farklı olabilir tabi ama ben yinede tanırım...
__anne beni delirtme bit'in rengi boyutu mu olurmuş bit bittir işteee...
__aaa yeter asıl sen beni delirtme kedilerin hepsi tekir ya da arap mı oluyor...Allahın işi işte
her bir canlıyı kendi içinde farklı yaratıyor...
__ya ne diyorsun  anne ne alakası var kediyle köpekle...
bari de ki tanımam niye zaman kaybettiriyorsun bana...

eve geldim...

dr.lar bilir herhalde diye bir arkadaşımı aradım...
__kafada bit olmasının belirtileri ne ? yani nasıl anlarım...
__hıı Sedencim bitler 6 bacaklıydı...dur şaşırdım şimdi 8 miydi yoksa...
__tamammm yaa iyi nöbetler 6 ay hatta 6 sene sonra görüşelim...

bit bulacamda bulduğumun bit olup olmadığını anlamak için oturup hayvanın bacaklarını sayacam...
töbe töbee...

sokaktaki can'lara bir kap su birazcıkda yemek vermeyi unutmazsınız değil mi...

o dönem...
bu uyuz yönetici giriş katında oturuyordu...
gece evde yatağa yatıyorum...
kurtlar kuşlar uyumuş...
ben gözümü kapadığımda yöneticinin dairesindeki kapı eşiğinden tek sıra halinde
koloni gibi ...
yukarı çıkan bitler hayal ediyorum...
kimbilir kaç gece kalkıp kapı eşiği kontrol etmişimdir...
uyusana bakim nasıl uyuyorsun...

şimdi bu benimki bit canlısını görünce buaaauuu diye bağırıp korkmak değil...
bit benim için tiksinççç de değil....
zaten ota boka şu tissskinenlerden de değilim...
olsa olsa tiksinirim ama yine de bit'den değil...
eh yani korkmuyorsun tiksinmiyorsun eee sorun ne gelir akla...
sorun şu....
ben bu bit mahlukatının yapıştığını ve gitmediğini düşünüyorum...
saça başa ele kola yerdeki yolluklara halılara...
bööle ilaç filan yapıyorsun onlar ilacın ardından ...
gremlinler gibi çoğalıp sırtırak
nihohooo diyip sana bakıyolar...
gibi geliyor...
ya da tut ki öldüler...
otur ondan sonra ben kaç tane mahlukatın canına kıydım diye yas tut...
yani işte ne dedik en başta kâbus...

hayat kurtaran kuaförümle çözmüştüm sorunu...
biz çoook eski ve çook samimi tanışırız...
komşuyuzdur kankayızdır yaş farkımız vardır ...
ama
unuturuz hep...
gecenin bir saati aradım...

__abi sen bit görsen tanır mısın...
__tabiki tanırım noldu
__sabah biraz erken açsana dükkanı bana bi bak bit var mı kafamda...
__tamam canım hiç merak etme sen ,şimdi takma kafana rahat rahat uyu...
ben sabah alırım seni evden beraber açarız dükkanı..
__bit varsada kafamda çözersin di mi konuyu...
__evvelallah...

ekselans istediği kadar bu konuşmadaki her bit lafında sinirle kaşınmaya başlasın ve söylensin ...
günlerden sonra ilk defa mis gibi bir uyku çekmiştim...
bu kuaförüm gibi hayatı kolaylaştıran insanların herbirini ayrı ayrı başımın üstünde halen taşıyorum...
ekstra soru yok,dalga geçmek yok,yanıltmak yok...

anakraliçeden ekselansa herbiri fikir üretti bik bik etti sadece...
hee birde kızdılar bol bol...
nerden çıkmış efendim
yöneticinin çocuğunda olabilirmiş ama bende niye olsaymış ki...
çünkü yöneticinin 5 kolu 5 bacağı var di mi...

biri dedi...
''bit pislikten olur pis insana gider sana niye gelsin''
öbürü dedi ...
''bit temizlik sever temiz insana gider sende hergün saçını yıkayıp durma''

en can alıcısı...
bir çokbilmiş dosttan geldi...
''tarihte bilmemne paşası varmış osmanlıda
padişahın kızına talip olmuş
etraf paşa için cüzzamlı diye dedikodu çıkarmış ki bu evlilik olmasın diye ...
padişah adamlarını göndermiş
paşanın elbiselerini incelemişler bir tane bit bulmuşlar ....
bit cüzzamlıda bulunmazmış o yüzden paşanın cüzzamsız olduğu anlaşılmış padişahda kızını vermiş''

__yani ne anlayacam ben şimdi bundan ...
dedim...
__diyeceğim o ki....eskaza sende bit varsa cüzzam yok demektir ...
dedi...

hııı
güzel
zaten
mantık dediğin böyle yürür ... tay tay yapa yapa gider...

bardakçı yetiştirmesi bunların alayı...
adamın yıllardır gazetelerde yazdığı yetmiyor gibi...
cumartesileri o programı yapa yapa bunların 3 kuruşluk aklı fikride dolandı
uçurtmanın kuyruğuna...
''nurda yat Atam bizi kurtardın bu sefilliğin zilletin elinden''
diyeceklerine...
hanedan hayranı olup çıktı millet...
bu da ne sülaleymiş be...
hayatı sürgünde geçmişlere bakıyorsun en genci 97 sinde ölüyor...
cenazeyi başbakan kaldırıyor...
ağıt yakıyorlar ''vah vah çok genç gitti'' diye...
ulan burda kendi vatanımızda toprağımızda küt küt gidiyoruz 20 mizde 30 muzda 40 mızda...
bari bi göstermelik şeffaf saray kuralımda bbg evi gibi...
bu hayran alayını saraya kadrolu soytarı olarak sokalım ...
hem onların istediği olsun...
hemde benim gibiler eğlensin...

aman ya neyse...
dönelim kuaföre...
sabahın köründe dükkan açıldı bit incelemesi yapıldı...
yokmuş bit mit...

erkeklerin anlaması biraz güç bu kuaför olayını...
ama özetleyebilirim...
kadın 3 kişiden kolay vazgeçmez kuaförü,jinekoloğu ,diş hekimi...
derler...
ama içlerinde ille en vazgeçilmezi hep kuaförüdür...
araştırın cancağızım deneyin...
sevgili gider
kuaför kalır
nişanlı gider
kuaför kalır
koca gider kuaför kalır
hatta kocalar gider...kuaför yine kalır...

geçenlerde benim kuaför söyleniyordu bir kadına...
__yasemincim bak ben yaşlandım artık ...
yeter ama...
bu sana yapacağım 3 . gelin başı yoruluyorum artık aaa...

vantilatör çocukları


3 fincan yağmur yağıyor ...

daha yere düşemeden havada kuruyor...
10 dakika sonra katlanarak gelen yapış yapış boğucu nem...
kafanı çevirirken 3 kere düşündüren cinsinden...
mantar gibi biten binalar...

ve...
tüm ülke nufusunun 4 te birinin 81 ilden sadece birinde ...
yani burda ikamet ettiğide aklıma geldikçe
iyice yapış yapış yalaş bulaş hissediyorum...

evde klima yok...
dış ünite...
tarihi eser olma vızıttırısı yüzünden ön cepheye takılamıyor...
arkadaki balkonumu ardiye olarak kullananlardan olmadığımdan...
çiçekli,böcekli ,masalı,örtülü doğru düzgün kullandığımdan ...
göz zevkimi bozmasın diye...
arkayada ben takmıyorum...
iyi işte geçmiş olsun...
kaldı ki aydınlığa filan taksaydım dahi nolacaktı ki dışarıyı soğuturdu ancak...
ben cam kapamam da...
evde arabada hiçbiryerde kapamam...
öyle işte...
eski bir alışkanlık...
zaten...
kışında tepedeki havalandırma penceresi kapanmaz hiç...

rahat ettiren huzur veren...
dışarının sıcak havası içeri girmesin camları kapayalım ve içeriyi soğutalım değil...
bütün camları açalım suni de olsa vantilatör rüzgarımsı bir heyecan yaratsın...
ben vantilatörü unutup rüzgarın pencereden girdiğini düşüneyim.

özlediğim istediğimse elbette gerçeği...
yani böyle dağlardan esen ...
evin içini dolanan buz gibi bir rüzgar...
neyse....
beterini düşününce yeteriyle ikna oluyorum...

çalışma odamda kullandığım bir vantilatör vardı...
yaz başından beri düğmesini çevirdikten 30 -40 sn sonra yavaş yavaş çalışıp hız kazanıyordu...
tamam arızası var...
gittiği yere kadar...
tamir ettirecek halim yok...
üç otuz para bunlar...
iyice bozulsun atılıp yenisi alınacak...
ee önerilen tüketim işte...
piyasa canlanıyor fena mı...

eve geldiğimde ekselans erken gelmişti...
eve her benden önce gelişinde başıma bir iş açılır...
benim çalışma odamdaki vantilatörü salonun ortasına yatırmış...
düz-yıldız tornavida takımını dizmiş yanına...
lokma lokma parçalarına ayırmış...
tamir edecekmiş...

sıcaktan zaten beynim bulanmış...
bir sağına birde soluna iki minik kap koymuş vantilatörün...
hayır cancağızım alete dair bir şey değil o kaplar...
sadece mutfaktan aldığı reçel kaseleri...
ve
içlerinde vidalar somunlar...
'niye ikiye ayırdın bunları' dedim...
kaplardan birini işaret etti ...
__bunlar fazla
__nasıl fazla nerden çıktı bu vidalar aparatlar...
__vantilatörden çıktı ama fazladan koymuşlar...

bu ''imalat fazlası'' geyiğini sadece 3.sınıf sitcomlarda olur sanırdım...
gerçek olabileceği aklıma gelmemişti...

__bunların çoğu çinden geliyor zaten 3 otuz paraya satılan mallar ...
adamlar ucuza mâl edebilmek için içinden parça araklayacağına
içine fazla parça mı koydu diyorsun şimdi sen bana...

cevap vermedi devam etti tamire...
bak şöyle ekim -kasım gibi serin bir hava olsa ne biçim kavga çıkarırdım ben...
bu sıcakta kavga da edemem...
velhasıl olmadı elbette vantilatör...
bu erkek kısmısının
bir yol sorunca...
birde tamir edemeyince özgüvenleri tepetakla oluyor...
itinayla kutuladı paramparça vantilatörü ...
''ben buna sonra bakarım ''
dedi...

çarşıya vantilatör almaya gitti...
20 dakika sonra geldi...
elinde heyula gibi bir kutu...
sanayi tipi vantilatörmüş...
elbette demonte...
yani kendin monte edecen...
e gitmiş kendi almış bırakır mı montajı bana...
bu sefer yeninin parçaları yayıldı salona başladı montaja...

__2-3 dakikaya biter süper olacak...
__ekselans bak korsiyle feriş uzay aracı imal ediyorsun gibi
hayranlıkla seyrediyorlar zaten seni onlara anlat ...
ve o sıkmaya çalıştığın vidaya diş atlattın bence sök yeniden tak...

__hayır hayatım düzgün o...

peki...
montaj bitti...

kafesler filan çelikten imal edilmiş...
çalışma odama götürdü...
çalıştırdı...
dediğim gibi vidalar diş atlamış...
heryeri ayrı zıngırdıyor o ayrı konu...
ama...
en düşükte çalışırken 10 sn.de masamın üstünde ne kadar kağıt ,ataç ...
panodaki iğneli kağıtlar haritalar varsa hepsi yerlere saçıldı...
dolu sigara paketi koridora fırladı...
ortalık birbirine girdi...

ee vantilatör sanayi tipi tamam da ...
benimki basit bir çalışma odası ,sanayi bölgesi değil...
uyum sorunu var yani...

kendi huyuna,suyuna,fiziğine,özelliğine hayran...
yaşam echellerinden değilimdir şükür...
ama
böylesi zamanlarda bu kazandığım sabrım için kendimi ödüllendirmek geliyor içimden...

net'e girdim...
market ürünlerine baktım...
tansaşta buldum bir tane...
sandaletlerimi giydim kapanmadan yetiştim...
rubenis diye bir marka 22 lira...
elbette yine demonte...
kapıda tısladım...
'elini bile sürme'
çalışma odama götürdüm montajı yaptım...
çalışıyor...
ister en düşük...ister en yüksek derecesinde...
tek bir ses yok...vınlama yok...
kağıtlar haritalar yerli yerinde...
neymiş ...
her zaman
çok para=kalite değilmiş...
neymiş...
hayatımız demonteymiş...
artık bir evi parçalarına ayırmak için...
veya
kurmak için...
çekiç balyoz keser balta filan değil...
düz tornavida yıldız tornavida birde alyan anahtarı yetermiş...

sokaktaki can'lara bir kap su birazcıkda yemek vermeyi unutmazsınız değil mi...

''vayyy sessizmiş hakikaten''
dedi ...
''sedencim cam'ı kapayayım mı içersi daha serin ''
diye devam etti...

ahaha sabrın üstünde tepinmece...
cam kapayacakmış...
mış...


***
**
*
yıllar önce bodrum dönüşü...
uzun süredir görmediği bir-iki akrabasını görmek ve iletilmesi gerekli evrakları elden iletmek için...
izmire uğramak istedi ekselans...
bense ilk defa tanışacağım...
vakit çok kısıtlı...
öğlen 2 gibi izmirdeydik...
saat 5 te filan yola çıkmamız
akşam 9 -10 gibi assosta olmamız lazım...
ki doğumgünü partisine geç kalmayalım...

daha önceki izmir gidişlerim otellerle sınırlı olduğundan...
ilk defa bir eve konuk olacağım...
eve girdiğimde...
ilk yüzüme çarpan ağır durgun ve sıcak havaydı
salona girdik...
salon loş...
camlar pencereler sımsıkı kapatılmış...
tüller güneşlikler ve koyu renk perdelerde kapatılmış...
zifiri karanlık olmasına olurmuşda ...
salonu dönen camların iki kanadındaki perdeyi çekmemiş güneşlikle bırakmışlar...
bir iki noktada da gizli ışıklandırma yardım etmiş ve loş olmuş...

çok zor olmadı...
-35 derecede çırılçıplak soyunup dışarda oturan insan için ne düşünmüşsem...
bunlar içinde onu düşünmem...

salonda 3 tane vantilatör belli aralıklarla sıralanmış ...
3 üde çalışıyor...
ve altlarındaki koltuklarda sebilhane bardağı gibi dizilmiş 9 kişi iletişime uğraşıyoruz...
içlerinden biri...

__güneş gelmesin diye perdeleride çekiyoruz loş geldiyse açayım
dedi...

yutkundum
__yok iyi böyle...
dibini bulduk sahtekarlığın...

kimi sakin ...
kimi neşeli neşeli bıcır bıcır güleryüzlüler sohbet ediyoruz etmesine de...
ortam ters...
var bir yerde bir sakatlık...
çözemiyorum...
tırsmış oturuyorum koltukta...
normal gibide duruyorlar ama normalite ne ki...
hepsi hepsi genele uygunluk hali...
eee bu kapı cam çerçeve ...sımsıkı kapalı izmir sıcağında...
bu normal mi...
üstelik belli mi olur...

mesela...
selomuz var bizim yılların dostu sıkı nükleerci...
zaman zaman azcık paranoyak...
öyle bir gece köprüde rakı içip balık yedik sonra hadi görüşürüz dedik herkes evine gitti...
adam bizden ayrılınca gayrettepeyi birbirbirine katmış...
neymiş
babası iran casusuymuş onu ihbar etmek istiyormuş...
hee babasıda emekli matematik öğretmeni...
tek eğlencesi yetiştirdiği gülleri ve okuduğu kitapları...
birde sıkı akşamcı...
Allahtan emniyet aklı başında çıktıda o aralar fazla sorun çıkmadı...

bir anda ayaklandılar yemek sofrası hazırlamak için...
çok az yalnız kaldım ekselansla...
hemen döndüm...

__hastalar mı...
__ne gibi
__yani şey hani zihinsel,akılsal gibi hı??


baktı şöyle bir etrafa...
__yaa maalesef...


iyice büzüldüm koltukta...
'len şunu önceden söylesene bi kendimi hazırlıyım'
diye boğazına sarılsam...

sevgili yeğenleri ,kuzenleri olan ekselansın ...yılların ardından kıymete binip...
ardından...
bunların 9 unun bir olup beni gebertip bahçedeki yaseminin dibine gömmeyecekleri ne malum...
belli mi olur...
ne dedik...
selo...

bak şu karşı koltuktaki şen şakrak bir söyleyip bin gülen kesin mani atağı geçiriyordur...
mutfakla masa arasında tabak taşıyan ikide bir arkaya bakıyor ...
ne ki bunun teşhisi ...
paranoya mı...
ben böyle tahmin toto oynarken yemek hazırlandı...
oturduk sofraya...
servis yapıldı...
baktım herkes herşeyi yiyor...
iyi
bende yedim kabak çiçeği dolmalarını kalamarları...

vakit doldu...
çıktık her penceresi pervazı perdesi sımsıkı kapalı boğucu ağır sıcaktan...
daha taze
daha aydınlık
sıcak ama ağır olmayan günyüzüne...
yola çıktık...
assos ...
ulaştığım anda toprağını öpeceğim yerde beni beklerken...

ekselans arabada katıla katıla gülmeye başladı...

__nolduuu sedenim deli deliyi görünce çomağını mı sakladı...
__ne alaka...
__yahu sen nerden çıkardın hasta olduklarını...
__görmedin mi ne varsa kapamışlar...
__izmirde çoğu evde yapılır bu dışarsı içerden sıcak olduğu için...
__yaa
__eee öyle...
__peki niye söylemedin...
__o koltukta süt dökmüş kedi gibi sessiz sakin ve sürekli gülümseyen halini bozmak istemedim...
bir daha kimbilir ne zaman görürüm ki...

nohutlu iskender



yağmurla, rüzgarla ,parçalı bulutlarla geçen bir tek güne bin şükür ettiğim geçtiğimiz hafta...
bambaşka bir iş için ayvansaraya gitmişken
dönüşte yolumu tahtakaleye düşürdüm...
yolda seyyar bir tezgaha tepeleme çalı gibi birşeyler yığmış bir adam vardı...
başında bir sürü insan...
civardaki esnaf ve müşteriler
1 lira verip alıyor 1 demet ...
sonra demetten bir şeyler ayıklayıp yiyorlar...
tanımadığım bir ot...
ama...
almak ve yemek için tanımamda gerekmiyor zaten...
herkes yiyorsa bende yerim tanışmış olurum fena mı...
ismini söylesinler yeter...
cebimde 1 lira ararken ve tam adama bu ne otu diyecekken...
esnaftan biri...

 
''bunu akşama bol domates acı biberle pişirelim nefis olur nefis''
dedi...

adama sordum
__ne otu bu
__ot değil nohut...
__nohut??
__tazesi ... yani taze nohut...

 barbunya yada bezelye formunda bir dış kabuğun içinde ...
bir çok tane olduğu bir görüntü çizmişim demek nohuta...
ne 1 demeti...
taşıyabileceğim kadar bir kucak aldım...
yol boyunca yiye yiye eve geldim...
bir sürü gereksiz bilgiyi depolayana kadar ...
tükettiğin
bir yiyeceği gördüğünde tanımamak kötü bir duygu ...

mesela
büyük iskenderin hummadan mı
ishalden mi
dünyanın bittiği yeri görmek uğruna düzenlediği seferlerden dolayı
illallah getiren askerlerinin zehirlemesi sonucu mu -ki en güçlü olasılık-
yoksa o dönemlerde çok moda olan iç temizliğine verilen önem gereği
-aman ha ruh güzelliğiyle karışmasın-
kusmak ve toksinlerin atılması için kullandıkları zambakgillerden vızıttırı otunu...
abartması sonucu mu öldüğünü...
yoksa hayalperestlerin kendi uydurdukları senaryo gereği savaşırken meydanda mı öldüğünü...
-ki külliyen hikaye-
bilmemek kötü hissettirmiyor kendini...
de nohutu kabuğunun içindeyken tanımamak trajik...
hele...
çitlembik ağacını yaprağından tanıyıp yerini hafızaya not alıp...
meyva zamanı kuşlardan önce ağaca dalıp 1 avuç toplayıp yemek...
ardından nohutu tanımamak hayli trajikomik...

ahaha iç temizliği demişken...
büyük iskender döneminde kedi gibi ot yiyip kusarak yapılan bu detoks ...
günümüzde
büyük maranki tarafından...
insanların mabadında yer alan anüs yardımıyla rektuma bir karışım zerkedilmesiyle gerçekleşiyor...
bak böyle söyleyince iyi birşeymiş gibi durduysa bile...
kısacası...
insanların kıçına hortum sokup bir kaç litre ne idüğü belirsiz sıvının barsaklara yollanmasından ibaret...
tüm dünyada işkenceciler tarafından tarafından yaygın olarak kullanılan bu ve benzeri uygulama için...
kimilerinin aylar öncesinden sıraya girip üstüne üstlük avuç dolusu para vermesi...
aklı başında hekimlerimizi haklı olarak çıldırtıyor ...

''aklın mı yok paran mı çok''dan başlayan esprili itirazlar...
yerini
''Allahın kaz kafalısı bağırsak floran bozulacak'' uyarısına bıraksa da
dinleyen kim...
pehhh...

eve geldim...
Remziye evde...
korsiyi yatırmış yere ...
tüylerini tarıyor...
korsi mest ...
mırlaya mırlaya bir sağa dönüyor bir sola...
kafayı kaldırıp bakmadı bile bana...
feriş hoşlanmaz taranmaktan fırçayı gördüğü anda yolunu değiştirir...
peşine düşmem...
çünkü tüyleri kısadır kendi bakımını kendisi başarıyla yapar...
korsi fırçayı gördüğü anda koşarak gelir...
tararım üstelik onun mutlu olmasından mutlu olurum...
tüyleri uzundur taramakla bakımınada yardımcı olurum...


sokaktaki can'lara bir kap su birazcıkda yemek vermeyi unutmazsınız değil mi...


benden başka birde remziye tarar korsiyi ...
niyeti sadece ve sadece korsinin tüyleri halıya koltuğa dökülmesindir...
dürüsttür nedenini niyetini gizlemez ...
tararken konuşur söyler...
ama korsi mutludur...
burda tek önemli olan korsinin taranmaktan aldığı keyiftir...
gerisi boştur...
kimin...
kimi...
niye ve niçin taradığı tarananın aldığı keyfin yanında ihmal edilir değerdir...

eve girdiğimde...
elimdeki nohut demetini arkama sakladım...
akabinde...
feriş tepeme çıkıp demete uzanmanın yollarını aramaya başladı...

__remziye bak sana bir şey göstericem bakalım tanıyacan mı...
tanırsan söz sana tarçınlı kek yaparım...

hayır hiçbir özelliği yok yaptığım tarçınlı kekin sadece remziye çok sevdiğinden...
ona bir güzellik yapmak istediğimde bu keki yapıyorum...

bıraktı fırçayı hevesle geldi yanıma...
__tamam göster...
çıkardım demeti
__işte bunlaaaarrr bil bakalım bunlar ne...
bir demete baktı bir yüzüme...
__nohut...nerden yoldun bunları...

hani biri bir ortamda çıkar keyifle bir fıkra anlatacakken
bir diğeri çıkıp sonunu söyler ...
herhalde fıkra anlatanın yaşadığıda buna benzer bir his olmalı...

__bir dakka ya nasıl yani...öyle bi bakışta anladın mı şimdi...
üstelikde yolmadım,
tahtakalede bir adam satıyordu ondan aldım...
__tabiki tanırım...bizimkilerin köyden gönderdikleri nohutu ...
bunca zaman marketten alıp yolladıklarını mı sanıyordun...
yoksa sen şimdi buna parada mı verdin...
__''da'' sı ne demek adam getirmiş satıyor...iyilik olsun diye dağıtıyor demedim...
__kaç para
__1 lira
__neyse bari
__yani demeti 1 lira
__kaç demet varki elinde
__7
__oyyy 7 lira mı verdin buncacık şeye...tarlanın bayırın nohutunu çiçek niyetine satıyorlar sende gidip alıyor musun bunları...
__yahû abartma kucağıma sığmıyor hala buncacık diyorsun...
__dalını yaprağınıda mı yiyoruz...
içinden iki avuç ancak çıkar onların...yarım tencere bile etmez...

cık cıkladı gitti içeri
olsun
bozmadım keyfimi...
salonda oturdum yemeye devam ettim...
neden sonra geldiğinde hala ayıklayıp yiyordum...

__bari hepsini ayıklada ocağa koyayım...
__ yazık be pişmez bunlar...
__peki nolur
__yiyiyorum işte otur sende ye...
__sankim görende fasulyeyi bezelyeyide böle çiğ çiğ yiyorsun sanacak...

düz mantık diye buna derim ...
sahi niye kimse bezelyeyi eline alıp yiye yiye gezmezde nohutu yer...
leblebi'den miras mı...

döndü dolaştı yine geldi...
takıldı bikere nohutları yememe...

__kek zor geldiyse 3 sene önce dediğin gibi memlekete gel benle...
__nasıl yani...
__''ben götürürüm seni kendimde gezerim ''
dedin diye 3 senedir memlekete gitmiyorum seni bekliyorum...
__ee remziye ne alakası var şimdi nohutla
__olmaz mı...bi gelsen görecen orda nohutu,buğdayı fasulyeyi....
daha bilmediğin nice otu böceği...gitmediğin yer kalmadı bir benim memlekete düşmedi yolun...
__ufff acaip sıcaktır şimdi oralar...
__olsun alırsın makinanı kameranı bigisayarını ...
veriririm yanına iki üç çocuk gölgeden gölgeden gezersin işte bütün gün anlamazsın bile sıcağı...
__ne yani çocuk mu bakacam bir de orda...
__sen onlara bakmayacan onlar sana bakacak ...dağda yolda belde kaybolmayasın diye...
__hmmm...tarçın var mı evde...

sn:geçerken gezerken nohutlu iskender tarifi nedeniyle gelen olmuşsa özrü borç bilirim:)

ziyaret





birlikte iş yapmak,çalışmakla...
birlikte zaman geçirmekten hoşlanmak arasında...
ince filan değil hayli kalın bir çizgi var...
hem beraber iş yapıp hemde birlikte zaman geçirmekten hoşlanmak...
tadından yenmez bir durumdur...
dostluk vardır yada oluşacaktır ...
üstelik...
bu birliktelik iş kapasitesine son derece olumlu yansıyacaktır...
şart mıdır
hayır...
zorlamayla olur mu...
eh tabiki hayır...

ekselansın uzun süredir iş yaptığı biri var...
dünle beraber toplamda 3 kere karşılaştık...
dün adamın merhabadan sonraki ilk cümlesi...

__ne zamandır söylüyordum eşinize ama olmadı bir türlü...
bizim hanımla ziyarete gelmek istiyoruz sizi bir akşam...
oldu...

ben şu...
''bizim hanım''
''bizim bey'' tanımlamalarından tırsıyorum...
sevmemekten öte hakikaten tırsmak...
yani ortada 3-5 erkek var 1 tane kadın...
ya da 3-5 kadın karşılığında 1 tane erkek...
poli poli yaşayıp gidiyorlar gibi geliyor bir anda...
kibarcıklık yapacam diye cılkı çıkmış tanımlamalardan biride bu sanırsam...

eşim,hanımın,beyim,karım,kocam,sevgilim,ayalim,refikam,hayat arkadaşım
falan filan desene şuna cancağızım...
benide dalgalandırmasana...
neyse...
toplumsal etiketimiz gereği misafirsever olduğumuzdan...
'buyrun tabi beklerim '
dedim

''eşinizden öğrenmiştim kedileriniz varmış ama olsun napalım artık
bir akşamlığına kapatırsınız onları bir yere ...
bizim hanım da ben de pek hoşlanmayız ''
dedi...

bak rüzgar bir anda nasıl tersten esmeye başladı ...
salak seden vur şimdi kafanı duvara...
halbuki adam
ilk cümlede
''size ziyarete gelmek istiyoruz''
dediğinde...
etiketi sıyırıp çöpe fırlatıp...

'ahahah niyeki türbe mi bizim ev ne ziyareti ne alaka'
deseydim...
şu son cümleyi edemeyecekti ve sinirlerim sağlam kalacaktı...
ekselansla bilahare hesaplaşırdık nasıl olsa...

hayatımın hiçbir döneminde kendimde böyle bir cüreti görmediğim
ve eğer bu bir lüksse ...
kendime bu lüksü tanımadığım için...
haliyle her seferinde duvara çarpmış gibi oluyorum...

değişiveren şartlara bakınca...
sanırsın kırmızı kıçlı mumla davetiyeler bastırdım bunlar için...
henüz ayağını basmadığı bir evin kurallarını düzenlemeye çalışıyor...
kedilerimi kapatacakmışım...
breh breh breh...
bir de durur ki benimkiler kapalı kapılar ardında...
korsi gücünü dener,feriş tırmanma becerisini...
ortak eylemleride aralıksız ulumak olur...

tamam korkuyordur,hoşlaşamıyordur bir türlü hayvan kısmısından...
anlayalım anlamasına...
da...
sanırsın 8 haneli mezrada yaşıyoruz...
toplanıp birarada olmak için alternatifimiz ya ağaç altı ya da birimizin evi...
ya hû camdan kafanı çıkarsan ...
sağlı sollu her yer lokanta, restaurant,pub,bar,cafe...
şunlardan birine takılsakda ...
kasmasak karşılıklı...
hatta ekonomi canlansa...
hıı...
olmaz mı...

biz siparişleri versek garsonda servis yapsa...
böylelikle...
evsahibi kontenjanıda çaydı börekti kekti yemekti derken...
mutfakla salon arasında heder olmasa...
her cümleyi pırçık pırçık duymak zorunda kalmasa...
kediler-köpekler çığrından çıkmasa...

ev dediğin ev halkını barındırsa...
yanısıra arkadaş /dost lara 2.adres olsa...
eh birde bu zamanda var mıdır bilmiyorum ama...
tanrı misafirlerine kale -sığınak -barınak olsa...
olmaz mı...


sokaktaki can'lara bir kap su birazcıkda yemek vermeyi unutmazsınız değil mi...

oluyor aslında...
mesela ben başarıyla uyguluyorum oldum olası...
geçenlerde ...
yorgun argın bizim evde 5 kişi otururken...
bir dostla aramızda geçen konuşma özettir belki...

__seden bir çay suyu koysana
__niyeki
__nasıl niye ki çay içelim...
__anladımda niye ben
__e sen evsahibisin
__cıkss
__değil misin
__aslına bakarsan hiç kimse hiç birşeyin sahibi değildir...
__ne?
__e öyle ...bak ne demiş Yunus...


''mal sahibi mülk sahibi
hani bunun ilk sahibi
mal da yalan mülk de yalan
var birazda sen oyalan''

__sen şimdi şu koltuktan kalkmamak için yunus'tan mevlana'ya
o da yetmez proudhon**a kadar gidersin
di mi...
__hı hı elbette...
__Yunus'tan okuduğun dörtlüğe ''çayı sen yap'' anlamını yüklediğininin farkındasın di mi...
__yoo seninki anlık yanılsama oolum ben genele bakıyorum sen ayrıntıda boğuluyorsun...
__tamam seden ben yapıyorum çayı...birşey istiyor musun mutfaktan...
__hı hı börekle patates salatası yapmıştım onlarıda getirsene acıktık burda...

cık cıks lamadan önce bir düşünün...
belli mi olur belkide sizin misafir dediğinize ben dost demişimdir...
ev rahatlıktır,huzurdur...
dost da rahatlık huzurdur...
ee birleştirdim işte ikisini...
mesela...
eve gelmiş biri için...
gitsede bi sırtımı yaslayıp rahat otursam diyorsan...
dikkat et misafir olabilir :)

ekselansın tanıdığına gelince...
bu misafircilik oynamak isteyen ve kedilerime takık adam eğer böyleyse...
karısıda kesin tuvalete gittiğinde çamaşır makinasının arkasını
temiz mi kirli mi diye kontrol edenlerdendir...
önyargımı seveyim...

adam bıcır bıcır birşeyler anlatırken...
bende derin derin gülümseyerek onu dinlerken...
ekselans bana dönüp...

__filiz aradı ...cepten ulaşamamış sana ...ona uğrayacakmışsın...

dedi mi
dedi...
iyi...
peki...
de
filiz kim ...

anladık
''kod adı filiz'' başlıklı bir çıkış yaratıyor ekselans...
halbusi...
-ki siz istediğiniz kadar sevmeyin ...
''halbuki''de ''k'' dan çok ''s'' ses uyumu sağlıyor-
halbusi işte tam da ekselansın bu tanıdıklarını davet edip ...
yanısıra
kedili köpekli cümle alemi çağırıp...
şenlik yapacaktık şunun şurasında...

sn:**Pierre Joseph Proudhon'un her ne kadar bazı sevimsiz fikirleri olsa da...
''sefaletin felsefesi'' kitabı güzeldir...
1809 - 1864 yılları arasında yaşamıştır...
Troçki'nin ifadesiyle "sosyalizm'in Robinson Cruose'dur''
zaman zaman robinson gibi hissetmek de güzeldir ...