bu sitedeki yazılarımın....kopyalanması,çoğaltılması,yayınlanması 5846 ya göre yasaktır...

sine-i doğa




şimdilerde genel eğilim...
yüz-saç-vücut bakımlarını doğal ürünlerle yapmak...
daha doğrusu elde-evde ne varsa onlarla yapmak...
tüm bunların iyi tarafı cilt -saç bakımına gidip ...
sfenks gibi 1,5 saat geçirmekten ve paradan kurtulmak...
birde benim gibi
''hayvanlar üstünde test edilmemiş ürün''
diye dayatan ayrıntıcılardansanız...
evdeki ürünler sayesinde...
kendinizi hafif paranoid ...
karşıdakileri potansiyel yalancı hissetmektende kurtuluyorsunuz...

mesela...
hıyarı soyuyorsun kabuklarını yüzüne yapıştırıyorsun...
kibarcıklık olsun diye siz salatalık soyabilirsiniz tabii...
benim için bir sakıncası yok...
sadece ...
bazen gereksiz ezber feci oturuyor...
neyse...
elma kabuğuda oluyor...
portakal-mandalina kabuklarıda göz çevresine oluyormuş...

yıllar önce...
sine-i doğaya dönüşümde...
en çok kullanılan uygulama olan yumurta akını çırp suratına sür 15 dakika tut...
kuruyunca ılık suyla yıka formülünü uygulamıştım...
rezaletdi...
o yumurta suratımdan çıkana kadar...
kaç türlü sabun ve temizleyiciyle yıkadığımı hatırlamıyorum...
işin tuhaf tarafı yumurtanın beyazının bir kokusu olduğunu sürdüğüm anda öğrendim...
demek hiç koklamamışım...
tamam ciltte iyi bişeyler oluyor olmasınada kokuya dayanırsan...
bal sürmek kokusuz ama o da damlıyor oraya buraya...

bu sıralar saçlarıma taktım...
bir arkadaşım saç için özel saf zeytinyağı sabunu ,saf defne sabunu fian getirdi...
''sadece bunla yıkayacaksın '' dedi...
yıkadım ...
fena mı kuaförde saatlerce süren bakımdan kurtulacağım...
da...
saçlarım yağmurda ıslanıp, fırçalanmamış köpek tüyüne döndü...
tarak işlemiyor...
saç kremi kâr etmiyor...
kuaförün yolunu tuttuk...
saçımı görünce adamın aklı çıkıyordu...
sonrasında yağları keşfetttim...
yani elbette keşfedilmiştide bende farkettim....
ee zaten şimdi yağlar moda...
mesela ...
susam,buğday,çörekotu üçlüsü iyi geliyor...
denedim bile...
eee bi tık fazlası varsa onuda alalım...

bambaşka bir mesleği olan...
ama
ben bildim bileli...
böyle ottu yağdı özel ilgi alanı olan canı istedikçe çalışıp ...
canı istedikçe köşesine çekilen bir tanıdığım vardır...
herhalde 3 kuşak tanışıyoruzdur...
yaşı benden epey büyük...
iyi sohbetimiz muhabbetimiz vardır...
epey ilginç bir şahsiyettir...
adı hacı ...
kendide hacı...
hacılık diye bir meslek olsa gidip onuda olacaktı sanırım...
bey-amca-abi-dayı türü tüm hitaplara alerjisi olduğundan...
aramızda kısaca ''hacı'' deriz...

onu aradım...
3 şişe kafasına göre bir karışım hazırladı...
yıkamadan önce sürüyorsun bekletiyorsun filan...
birkaçgün sonra 2 tane sivilce çıktı kafamda...
kafada sivilce çıkar mı çıktı işte...
berbat birşey...
tarayamıyorsun bile..
acıyor...
yağlar geldi aklıma...
aradım...

sokaktaki 'can'lara bir kap su birazcıkda yemek vermeyi unutmazsınız değil mi...

__hacı bu verdiğin yağlar kafada sivilce çıkarır mı...
__yok niye çıkarsın saçını yıkamadan önce sürüp 1 saat tutmuyor musun...
__öyle yapıyorum
__ee niye çıksın o zaman şurda kaç gün oldu...
__öyle diyorsunda 1 şişe bitti bile...
__nee
__ee öyle...2.şişeye başladım...
__kızım sen saçını ne zamanda bir yıkıyorsun...
__eskiden hergün yıkardımda şimdi bu yağ işi zor oldu biliyormusun...
artık 2 günde 1 yıkıyorum...
__fesüphanallah...öyle 2 günde 1 saç yıkanır mı...
__ee napıcam ayda 1 mi yıkayacam...
__kararın yok mu senin...
__nasıl yani...
__2 günde 1 le , ayda 1 arası başka zaman yok mu...
__vaar...
__yazık yazık günah insan kafasını hergün suya sokar mı...
__ya hacı bunun şimdi yazıkla günahla ne ilgisi var...bak barajlarda doldu ...
kapaklarını açıyorlar...
__kızım barajla saçının ne ilgisi var...
__ne bileyim sen günah dedin ya...su ziyan olur diye dedindir herhalde...
__ ben suya baraja mı dedim şimdi... kafana dedim yazık diye...
__peki kafamla ne ilgisi var...
__şimdi bak su iletkendir biliyor musun...
__ee biliyorum nolmuş...
__böyle sık sık kafanı suya sokarsan maazallah aklını fikrini alır götürüverir...
__hııı di mi...hacı yaa sen gitgide korku filmi karakteri gibi bişey oluyosun he...
bak demedi deme
__sen geç dalganı ...tamam o şakaydı ...ama zaman boşa geçer...
einstein kaç zamanda bir kafasını yıkıyordu biliyor musun
__bilmiyorum
__peki pasteur
__yok işte bilmiyorum...yanlarında mıydım adamlar saçını yıkarken
sen biliyor musun ki...
__yoo bende bilmiyorum ama senede bir kaç keredir...
bak eski ingilterede yılda 2 kere bütün aile sırayla girip çıkıp durgun suda yıkanıyorlardı ...
__yıllardan 2010dayız hacı abartmayalım...
__peki o zaman 2010 daki geçtiğimiz günlerde problemi çözüp...
1 milyonluk ödülü hakettiği halde
reddeden rusyadaki matematik dahisi perelman
sence ne kadar zamanda bir yıkıyordur saçını...
__hacı ne bileyim perelman zaten kakalaklarla yaşıyormuş...
__adamın çözümünün önüne geçirdiniz yani kakalakları...
nolmuş sende kedilerle yaşıyorsun...
__yok artık ya ...aynı şey mi insaf ...
__niye ...senin tercihin kedi ,onunki kakalak,bir başkasınınki keçi olamaz mı
sonuçta hepsi can değil mi...
__hacı biz buna kısaca demogoji diyoruz...
__çünkü çoğunluğa uymayanı tanımlamak iyi hissettiriyor...
perelman hergün kafasını yıkasa 100 yıldır çözülemeyen o problemi çözebilir miydi sence...
__çözemez miydi...
__hergün saçıyla başıyla ...saçma sapan şeylerle uğraşsaydı...çözemezdi tabiii...
o da aklı bir karış havada gezseydi...
her ilginç gelen konuya balıklama atlasaydı...hiçbirinin özüne inemezdi...
__iyide hacı ...adam biraz hasta ...sanki uçmuş gibi...
__ilgisini tek konuya verip odaklanabildiği için odaklanamayana öyle geliyor...
__yahû hacı ilgisini tek konuda sabitleyip sınırlaması ...
zaten yeterince hastalık belirtisi değil mi...
üstüne cila olarakda 1 milyon dolarlık ödülü reddetti...
daha yeni yeni düşünüyor alsammı almasam mı...
__peki sen olsan napardın...
__beeennn...
__evet sen...
__ahahaha çözümü notere onaylatır cebime koyar...
sonra kapı kapı tüm enstitüleri gezer ...
sonrada ...
en çok parayı ödül olarak verene bende çözümü verirdim...
__neden acaba hiç şaşırmadım...
__hacı be sen şimdi ezcümle ''kafandaki sivilceler
benim verdiğim yağdan değil senin 2 günde bir kullanıp abartmandan oldu''
diyorsun di mi...
__elbette öyle diyorum...

algı keyfi


gazetelerde dergilerde sürekli yayınlanır bu tip araştırmalar...
insanlar kaça ayrılır...
hani böyle anketler...
ille kategorize etmeye yönelik testler filan vardır...
kaç insan var yeryüzünde yaşayan...
6.786.948.117 kişi mi...
o zaman...
6.786.948.117 ye ayrılır insanlar...
hepsi bu...
işin en kapsamlı en doğruya yakın ve en tartışmaya açık sonucu bu...

ama ille ayıracam derseniz...
iyiler...
kötüler...
açılımına bakarsak...
iyilerin içindeki kötüler
kötülerin içindeki iyiler...
iyilerin kötü olabilme potansiyelleri ve oranları...
kötülerin iyi olabilme potansiyelleri ve olabilite oranları...
tüm bunların göreceli olma ...
iyinin aslında kötü ....kötününse iyi olma olasılığı...
algılayanın algısının yanlış olma olasılığı...
devam edeyim mi:)

akıllılar aptallar diyede ikiye ayrılır
zekayla karışmasın...
akıllının aklının yüksek zekadan...
aptalınınkininde düşük zekadan gelmediği bir ayrımdan bahsediyorum...
kurnazlar saflar
cahiller
eğitimliler
eğitimsizler
öğretimliler...

hazır başlamışken...
öğretimlileri de ayıralım kendi içlerinde...
eğitimli öğretimliler...
eğitimsiz öğretimliler...
arada öğretimsiz eğitimlilerde var tabi...
bunların içinde en tehlikelisi ...
hani şu günümüzde ne çekiyorsak onlardan çektiğimiz...
eğitimsiz öğretimliler...
cehaletin en koyusu üstelik en tehlikelisidir okumuş cehalet...
mesela dil tarihi bitirip tıbbi teşhis bile koyabilir bunlar...
yoksa nasıl açıklanır ki bir bakanın cırt diye çıkıp ...
kişinin sadece kendini ilgilendiren bir durumu hastalık olarak nitelemesi...
eli değmişken tedaviyide söyleyiverselerdi keşke...
ilaç?op.?terapi?
ssk bakıyo mu...
en bi yetkili ağızdan çıktığına göre bakıyordur herhalde...
neyse...
niye en tehlikelisi...
çünkü...
''okumuş insan vardır bir bildiği''
denilerek...
etkilenen insanlar olma olasılığı hatta riski her zaman vardır...
hani eskiden bir söz vardı...
''cehalet gider eşeklik baki kalır''
diye...
keşke öyle olsaydı...
cehalet gitseydide eşeklik kalsaydı...
sonuçta...
güzel ve duygulu hayvandır eşekler...

mesela...
şu aralar...
hangi gazeteye dergiye elimi atsam...
müthiş araştırmaların sonuçları yayınlanıyor...
efendim toplum olarak artık gülmüyormuşuz ...
asık suratlı insanlar olup çıkmışız...
sanki ...
çok şenşakrak bir söyleyip üç gülen tiplerdikde...
sonradan böyle olduk di mi...
pek bir değişiklik olmadı ...
sadece şahtık şahbaz olduk...
halbuki ne var surat asacak ...
ortalık gül gülistanken...

sokaktaki 'can'lara bir kap su birazcıkda yemek vermeyi unutmazsınız değil mi...

iki uç noktayı en başta elersek...
ki bunlardan biri ...
ölüyede diriyede gülenler grubudur...
bunların bir tek uyurken çeneleri kapanır...
hatta sabah sabah uyanıp bıcır bıcır konuşup gülenlerde bunlardan çıkar...
kapatma düğmeleri bile yoktur...

diğer grupta...
sokaktaki taşla,toprakla ,insanla
evdeki muslukla,lambayla dahi kavga eden...
kısacası kuyruğunu kovalayan gruptur...
örnek:bknz.büyükpatron
bu iki uç grubu devre dışında bırakınca toplumun genelindeki
gülenler ve gülmeyenler daha net çıkıyor...
sabah işe giderkende akşam yemeğe giderkende aynı yüz ifadesiyle ...
suratsız suratsız gezenler
yaygın ve çok tanıdık...
restaurantta kapıyı gören bir masaya oturun...
ve girenlere bakın...
''bu akşam şu lokantaya yemeğe gideceksin''
diye görev tebliğ edilmiş gibi girerler içeri...

bunların yanısıra aslında en ilginç olanı sürekli gülümseyenler...
yani şu ortamda suratını asanın değil gülümseyenin haber değeri var...
gülen değil gülümseyenler...
hani sürekli
''yahu ne kullanıyorsan banada söylesene'' dediklerimiz...
yüzde hafif bir şaşkınlık ve o şaşkınlıkla sürekli gülümseyen bir yüz...
heh işte bunlar kendi aralarında 2 ye ayrılıyor...
az bir zaman öncesine kadar bende botoks mucizesi diye düşünüyordum...
bir kısmı evet botoks yanetkisi...
de işte ...
botoksla uzaktan yakından ilgisi olmayan ama aynı ifadeyle...
az önce başka gezegenden gelmiş gibi...
__''ne güzel ne güzel ortalık günlük güneşlik
ooo çiçekler böcekler
amanınn güller bülbüller''
diye diye...
dolananda bir kesim var...

tabi şimdi algıda bir farklılık bozukluk filan varsa...
mesela...
şile,hekimbaşı çöplüğüne bakıp...
__''aman tanrım uzaktan bir dağ ve üstüne kar yağmış gibi duruyor...
çoook güzel çoook
bakın bakın martılarda yalnız bırakmamış bu dağı enfeeeesss bir görüntü''
diyorsa...
yapılacak bir şey yok...
bırakın kendi haline...
boşu boşuna
oranın başı dumanlı dağ olmadığını ...
bildiğin çöplük olduğunu...
bundan yıllar önce patladığını...
çok insanın canının yandığını
Allahın martısının hekimbaşına keyiften ,ortalık güzel gözüksün diye...
gezmeye gitmediğini...
denizde balık kalmadığı için aç kaldıklarını ...
ve açlıktan çöp karıştırıp yiyecek aradıklarını
filanda anlatmayın
dedim ya bırakın kendi haline...
ya da en iyisi ...
benim geçen gün yapamadığımı siz yapın...
çöplüğün yanından geçerken açın arabanın kapısını indirin...
seyretsin doya doya pamucuk pamucuk dağını,martısını...
algısının keyfini sürsün...

eğer...
algıda bozukluk yoksa...
ahhh...
hele birde ses öte dünyadan gelir kıvamda derinden , kısık ve çalışılmışsa...
her olayın spiritüel karşılığı saz ele alınıp tekdüze bir tonda ...
uzun uzun anlatılıyorsa...
ya ufo bekliyorlardır...
ya da...
astral seyahattelerdir...
onlarında bozmayın keyiflerini...

cikbademcik



gece birkaç kere uyanıp kana kana su içmemden...
biraz acıyan bademciklerimden...
kedi gibi kesik kesik öksürmemden anlamalıydım
sabaha çok sevimli uyanmayacağımı...

tabiki domuz gribi olmadım...
kitle etkileşim araçlarını sonuna kadar kullanıp ...
domuz gribi olmamıza ikna etmek için yırtınanlara inat ...
3-5 kere grip olmadan kış'a kış demeyenler bile bu yıl grip olmadı...
korku nelere kadir...
ne biçim korumuşuz kendimizi...
kriz olmasa da grip teğet geçti...
bende kendime sonraki türden bir kişilik kontenjan ayırdım
çalışsınlar geliştirsinler aşıyı 2 yıl sonra olurum belkim...
herhalde sincap gribi filan olur onunda adı...

şimdi bu şikayetlerin içinden bademciklerim ilginizi çekmiştir...
çekmediyse de çekmeli...
yok canım yeşil üstüne kırmızı puantiyeli ...
çok şık,çok cazip filan değiller...
bildiğiniz bademcik görünümünde badem badem duruyorlar yerlerinde...

sır kelime ...
yerlerinde durmaları...
çevrenizde mini bir araştırma yapın...
bakın bakalım kaç kişide kaç kişininki duruyor...
üst yaş sınırını küçültürseniz...
bademciksizler oranının hızla arttığını görürsünüz...
yaşla bademciksizler arasında ters orantı var gibi...
çoğununki çoktan çöpü boyladı...

çocukken sorun çıkarırdı bademciklerim...
tonsilit diyorlar adına...
bademcikler iltihaplanır ateş tavan yapar...
yiyemezsin içemezsin...
nefes alamazsın
hastanelik olursun...

çok zarif,çok kibar,çok serinkanlı...
inatcı,gelenekçi ...
yeniliklerin hepsini hooop diye benimsemeyen bir doktorum vardı...
18 yaşıma kadar o baktı bana...
nur içinde yatsın...
hatta onu yetiştirenlerde nur'da yatsın...
evet çocuk doktoruydu...
ama doktorumda ailemde çocukluğun 18 yaşa kadar sürdüğünü savunurdu...
yaşasaydı eğer ...
hala hayatımda olacağından zerre kadar şüphem yok...

ebeveynlerden çok çocukla samimiydi ...
ki ...
bu durum çocuk için güvence ve konfordur...
gözünün önünde ...
kaşla ,gözle ,burunla gizli anlaşmalar sağlanıp...
salak yerine konmazsınız...
arkanızdan iş çevrilmez...
en azından hissetmezsiniz...
''nasılsın'' diye sorardı...
anlattığımıda ciddi ciddi dinleyip...
fikrini söylerdi...
ne olabilirdiki o dönem sorunum...
ya gazozkapaklarımı kaybetmişimdir...
ya annem cebimde bulduğu çatapatları mantarları çöpe atmıştır...
veya kesinlikle pırasa ,kereviz,enginar yediğim zamanlar karnım feci ağrıyordur...
iğne mi yapacak
''acır mı ''diye sorarsan..
''evet eline iğne batınca acıyor ya işte o kadar acıyacak''
ya da...
''iğne batması kadar acıyacak ama yanısıra bu sefer birazda yakacak''
derdi...
vitamin mi neyse artık...
bir gün bile...
''aaa ne acıması acırmı hiiiç kuş gelecek böcek uçacak bak bak bak
kocaman çikolota pencereden girip sana uçacak''
ucubeliklerini hiç yaşamadım...

can lokma kadarda olsa ...
o can'ın elbet bir gün birey olabilme potansiyelini görebilenle göremeyeni...
o sıralarda ayırmış olmalıyım...
çünkü onun iğnelerinde gıkım çıkmazdı...
reçete edip bıraktığı ve başkalarının yaptıklarındada...
sokağı eve toplayacak kadar ulurdum...

kışın geldiğinde mutlaka pencere açtırırdı...
evin soğuk değil...
ılık ...
serine yakın ılık olmasını önerirdi...

karşılığında ailemde...
''sıcaktan hiçbir zarar gelmeyeceğini...bütün zararın soğuktan geleceğini''
savunurdu...
saf yün annem tarafından örülerek fanila haline gelir...
o incecik fanila nasıl olurda o kadar ısıtabilir hala hiç bir fikrim yok...
piyasada satılan pijamalar mutlaka incedir...
onunda kumaşı kapalıçarşıdan alınır annem tarafından dikilirdi...
sıralama şöyle...
önce normal fanila giydirilir ardından örgü fanila...
evdeysen yün pantalon kazak veya elbise ,
ayağa yün çorap üstüne ev ayakkabısı...
yatarkende bunlar yerini özel dikilmiş kalın pijamalara bırakır...
bir yere giderken lahanaya rahmet okutacak kadar giydirildiğim için...
uzun yıllar kışlık sokak giysilerinin içinde ...
kafayı çeviremeden gövdeyle sağa sola dönmeyi...
yere eğilememeyi...
hızlı yürüyememeyi son derece normal sanıyordum...
hee bizim evde sobaların eylülde başlayıp mayısa kadar
yandığını söylemiş miydim...
erzurum değil istanbul...

sokaktaki can'lara bir kap su birazcıkda yemek vermeyi unutmazsınız değil mi...

dışarda kar yağar...
bahçe ağaçlar salkımlar karla kaplanmış olurdu...
buna rağmen ...
bizim evin kedileri oda kapıları açılınca...
alt kata inip taşlıkta göbeklerini taşlara yapıştırarak serin serin yatarlardı...
anlayın yani sıcağın derecesini...
şimdi bile kışın anneme gideceğim zaman 15 dakika önceden arayıp
'anne ben gelecem 1-2 tane cam açta oda serinlesin biraz'
diyerek gidiyorum...
küresel ısınmanın kaynağını ...
boşuna sağda solda arayıp ...
millete bulaşmayın...
anakraliçenin adresini vereyim onla pay edin kozunuzu...

sıcaktan,yazdan şikayet eden, söylenen bir çok yazım vardır...
bir tane soğuktan şikayet ettiğim yazımı okudunuz mu :)
oysa benim işim genelde açık havadadır...karda ,kışta,yağmurda...
demek ki bazı şeyler alışkanlık üzere yada alıştırıldığın gibi sürmüyor...
her etkiye ...
her bünyenin tepkisi farklı oluyor...

bademciklerim sorun çıkarttıkça herkesler
''alalım bitsin bu sorun'' dedikçe...
__hayır bekleyeceğiz ...
diyen doktorumdu...
''tanrı boşuna yaratmış olamaz di mi vücudun savunma kalkanlarından biride
bademciklerdir''
derdi...
büyüdükçe...
yün faniladan başlayarak...
kıyafetleri hafiflettim...
10 -11 yaşlarında bademcikten yatağa yapışmalarım azalmıştı...
bir kaç yıl içinde geçti...
uzun yıllardır tonsilit olmamam ...
dr.umu ve onun haklılığını hatırlatır bana...
bademcikleri sağlam duran bana karşın ...
tanıdığım bademciksizler
ki bizim ailede dahil...
yılda 3-5 kere serilir yatağa...

elbette burda...
aman sakın bademciklerinizi aldırmayın ...
onlarla barışın ...
gül gibi yaşayıp gidin filan demiyorum...
kronikleşmiş bir bademcik sorununun tahribat potansiyelini biliyorsunuzdur nasılsa...
her sorun her hastalık kişiye özeldir...
hepsinin doğası farklıdır...
çünkü insan farklıdır...
kaldı ki herkesin doğrusu kendinedir...
heh işte kısacası...
yani canınız ne isterse onu yapın...

bundan birkaç yıl önce şubat ayında...
kolumun rontgenini çektirmek için ortopedist bir arkadaşımın çalıştığı
tanıdık bir kliniğe gittim...
yerinde yoktu...
dolaşa dolaşa aramaya başladım...
koridoru dönmeden seslerini duydum...
koridoru dönene kadar ...
yükselen sesleri dinledim biraz...
pislik olsun diye ya da meraktan değil...
kol,rontgen,sedencik,ameliyat kelimelerini yakalarsam konuşmalarda...
tabana kuvvet uzamak için...
duyduklarım...

''__ameliyathaneyi tadilata sokacak zamanı buldu salak...
__iş bilmiyor bu adam iş...
__napsak nası çözcez bu işi...
__kaçacak abi bu bademcik furyası ...
__bu adam bu iş bilmemezlikle batar yakında''

beni ilgilendiren bişey bulamadım döndüm koridorun köşesini...
3 dr...
ki içlerinden biride benim ortopedist...
ayakta hararetli hararetli tartışmaya devam ediyorlar...
selamlaştık...

__dur iki dakka ...gideriz birazdan rontgene
dedi...

tamam anladık ameliyathanede tadilat varmış...
diğer iki dr.da buna çok kızgın...
birde nasıl oluyorsa bademcik kaçıyormuş...
ee başka...
merak ettim...
kbb ciye sordum...

__noldu önemli bir ameliyat mı vardı ...
__daha ne olsun bademcik sezonu açıldı ameliyathanenin teki çalışmıyor şu anda...
__bademcik sezonu ne?
__e şubat ayı sedencik sömestr... bademcik ameliyatı yapıcaz di mi...
__nasıl yani...deniz sezonu açıldı,balık sezonu açıldı gibi...
size ne milletin bademciğinden... yakaladığınızın bademciğini mi alcaksınız...
__para kazanıcaz herhalde dimiii hahaha...ya sen hep gel harika sorular soruyorsun...
__nesi komik sorduğumun...
__nolcak peki bademcikler ...turşusunu mu kurcaz ...

iki uç nokta varsa...
ki var...
diğer uçtakilerde sağlam dokuya dokunmamak adına...
kulağını deldirene kaçık muamelesi yapanlardır...
işin fizyolojik kısmı biter ...
psikiyatrik kısmı başlar...
öyle bir anlatır ki...
kulağını deldirme fikrinin altındaki mekanizmayı sana...
''gidip nerden atsam kendimi ''diye düşünürsün...

neyse...
elim gayriihtiyari boğazıma gitti...

__neee?? yani senin bademciklerin duruyor mu hala hahaha...
__ne demek hala ya...duruyor tabiki nolmuş...
__olmaz yarın sabah gel alayım onları...

saçlarım diken diken olmuşken arkadaşım tuttu kolumdan...

__ya Allahaşkına şaka yapıyorlar dur rontgene çıkıcaz şimdi...
__hangi kısmı şaka...
__senin bademciklerin alınma kısmı...



şekerli çörek...


dün geç bir saatte yiyebildik akşam yemeğini...
eş dost büyükpatronda vardı...
hem sohbet hem yeteneksizsiniz'in elemeleri eşliğinde...
niye birleşik yazdığımın cevabı eski yazılarımdan birinde olmalı...
yarışmacılardan spor akademili iki kişi vardı...
bence iyilerdi...
kazanmışlar...
uydurmuyorsam muğla üniversitesi olmalı...

bu yarışmanın en büyük hayr'ı jüriye...
de...
o jüriye olan ''hayırlı'' kısmını hep parayla tartmıştım bugüne kadar...
ı ıh değişti fikrim...
para sadece bir taşla ürkütülen kurbağalardan sadece biri...
mesela diğer kurbağa...
sanırsam potansiyel rakip elemece...
'sanırsam'da güzel kelimeymiş...
melodik...

şöyle oluyorrr...
herkes kendi kulvarında ilerde karşısına çıkmasını muhtemel gördüğü...
ya da zannettiği
potansiyel rakibini eliyor...
yok eğer bu böyle değilde ben anlamayıp öyle zannettiysem...
biriniz bana gerçekten iyi olan ve doğru seslerin nasıl olupda
''detone oluyorsun''
diyerek
bir detone tarafından elenebildiğini anlatsın...
peki o zaman...
nasıl olduda o iki spor akademili kazandı elemeyi ...
o da basit çünkü jüriyle aynı kulvarda değillerdi...
görüldüğü gibi her sorunun bir cevabı elbet vardır...
aslolan doğru soruyla doğru cevabı eşleştirmektir...

neyse...
yemekti sohbetti tv. di...
derken...
büyükpatron...

__bir ara şekerli çörek yapsana...
dedi...
yaparım nolcak...
ama bilmiyorumki
anlattım...

_tuzlu acılı falan birşey desen yapayım ...
ama...şekerle bildiğim sadece elmalı pay ...Allahtan sende elma sevmezsin...

__aman canım ne varki...
unla şekeri karıştırıp yapıyorsun işte ...bişi yok ki...
bi keresinde uyduruk bişi yapmıştın ya öyle işte ondan yap...

demek bişi yokki...
ee o zaman yapmayada gerek yok..
ezdin o çöreği
çöreğin açılımında emeği
emeğin açılımında kimbilir kimleri...

elbette büyükpatronunki iyiniyetli ...
kolaylaştırıp harekete geçirmek amaçlı bir cümle...
de...
işte...
ben bu aleme gönderilirken kullanma kılavuzuma bu madde eklenmemiş...
hani şu ...
''çok basit ...çok basit yapabilirsin''
cümleciklerini
benim zihnim...
'madem o kadar basit ...yapmasamda olur '
diye algılıyor...
bana sormayacaksınız kullanım kılavuzunu yazana soracaksınız...

aslında sadece bu cümlesi iyiniyetli büyükpatronun...
yoksa kısa vadede burdan pamukşekeri kıvamı bir kişilik filan çıkaracaksınız...
çok gülerim...
çünkü...
yanılırsınız...

sokaktaki ''can''lara bir kap su birazcıkda yemek vermeyi unutmazsınız değil mi...

özün özü...
bu mantık gitgide yerleşiyor heryere...
''küçük esnaf mantığı'' diyorum buna ...ama...
parantezi erken açmalı...
küçük esnaf'ın küçüklüğü...
sermayesinde ya da yaptığı işte değil tabiki...
sadece zihninde,mantığında ve davranış kalıplarında...
kısacası...
pazardaki limoncu küçükte...
caddedeki pırlantacı büyük anlamına gelmiyor...

satarken onduran...
alırken öldüren zihniyet...
küçük esnaf mantığıdır...

bu mantık çoğu yerde artık hakim...
hücrelerimize kadar işliyor nerdeyse...
işler tabi çünkü artık hakim meslek ticaret...
hani o eskiden öğretmen ,avukat...
mühendis,doktor falan olmak isteyen çocuklar vardı...
veya...
çocuklarını bu ve benzeri mesleklere yöneltmeye çalışan ebeveynler...
heh işte eskidendi o...
ki bu meslek grupları dahi ticarete meyletti...

mesela daha düne kadar kimsenin aklına dişhekimine gidip...
iki dolgu 4 porselen kaç para diye başlayıp
fiyat işine gelmeyincede pazarlık etmek gelmezdi...
pazarlık da yetmeyince...
homur homur...
''aman ne var sanki oturduğun yerde iki tık tık bir pıt pıt
taş attında kolun mu yoruldu''
demezdi...
ter yoksa para fazla gelivermezdi...
ehhh tabi karşılığında ...
hekimde pazarlığın öbür ayağında...
''hadi temizlikde benden olsun o da paranın içinde oluversin bu sefer''diyerek...
pazarlığı ateşlemezdi...
veya...
diplomayı koltuğuna sıkıştırıp...
dişmacunu firmasıyla el sıkışıp...
ekranda cici cici gülümseyip
''vızıttırı macunla çürüksüz karbeyazı pırıl pırıl dişler''
masalını anlatmazdı...
iyi ya artık dişçiye gitmeye gerek yok...
alsın herkes kutu kutu macun ...
dolgu için bir sıkımlık...
kanal için 3 sıkım...
implant içinde tüpün tamamını kullanırız olur biter...

değişim tavandan tabana dalga dalga yayılıyor...
iktidardan başlayıp iç halkaya ordan dış halkaya...
sanırsın herkes ticari deha...
ama işte o küçük esnaf zihniyeti kırılamıyor pek...

hani...
dükkana girer bir malı müthiş beğenmiştir
başlar...
''bunun boyu kısa
dikişi eğreti
rengi çok tuhaf
tadı bozuk...
kokuyor gibi...
vs.vs.
önce ezecek...
sonra öldürecek malı
sonra talip olacak...
en sonunda ölmüş eşek fiyatına alacak...

tartışmayacaksın
anlatmayacaksın
ortak zemin vs. denemeyeceksin
sadece yapmayacaksın...
ve eğer malınsa satmayacaksın...
bu kadar basit...
yani elbette yazarken basit...
teoride bunu bu şekilde söylemek hem mantıklı hemde doğru geliyor ...
ama
yaşam pratiğinde bu elbette böyle olmuyor...

geçenlerde araba galerisi olan bir adamın arazisindeydi çalışma...
zor bir yer değildi...
yarım saatte bitirdik...
aletleri topladığımızı görünce hemen geldi...

__bitti mi yoksa ...yani şey hepsi bu mu...

yaşadığı hayal kırıklığı gözlerinden sesine geçmiş ...
demek adamcağız bütün ekibin kazma kürekle girişip...
arzın merkezine kadar kazıp ...
katman katman inceleyeceğimizi ...
sonra raporlayacağımızı beklermiş...
bilemedik...

halbuki...
bu adamcağızın galerisine gidip beğendiğin araba hakkında 2-3 soru sorsan...
bir sahiplenmeyle anlatır ki...
sanırsın herif bmw nin her bir aksamını elinde kendi yaptı...

sürekli okuyanlar yanılmazda...
olaki başlığa bakıpda yazıyı tarif umuduyla okuyan yeniler varsa...
hayal kırıklığı yaratmayalım:)
unla şekeri karıştırıyorsun oluyor şekerli çörek...
bişi yokkii...