bu sitedeki yazılarımın....kopyalanması,çoğaltılması,yayınlanması 5846 ya göre yasaktır...

suç ve...




doğru söylüyorlar...
ne öğrendiysek bugüne kadar hepsi yanlıştı...

hayvana yapılan şiddete itiraz eden...
insanlık,hukukla başlayıp...
hiçbiri olmadığında anladıkları dilde itiraz edendi suçlu...
suçlu;
ısrarla, bıkmadan usanmadan ...
şiddetin ırkı,dili,dini,coğrafyası,adresi olmadığını ...
bugün hayvana yönelen şiddetin ...
yarın çocuğa ,sonra sana,sonra bana yöneleceğini...
ısrarla yazan bıkmadan söyleyendi...
bknz:aklı başında tüm psikiyatrlar ve ille S.Atasoy...

sokaktaki arabaya çarpıp kaçan sürücünün plakasını alıp...
arabanın sahibi camış evinde uyurken ...
plakayı kendi kartına yazıp ...
''gerekirse tanıklık yaparım'' cümlesini paranteze alıp...
sileceğe iliştirendi suçlu...
bilemezdi mağdur sandığının sistemle anlaşıp 10 liralık hasarı 15 yazdırıp...
alt tarafı kapı hasarının yanısıra ...
komple boyayı,amortisörleri bujileride yenileme planını...

sokakta bıçaklanan adamı gördüğünde polise bildirendir suçlu...
bilemez...
bıçaklanan adamın polise...
bıçağın yerde dik durduğunu ...
kendisininde kaldırım balesi yaparken...
yanlışlıkla üstüne düştüğünü söyleyeceğini...

karısını döven adama gidip müdahale eden...
şiddeti durdurandır suçlu...
bilemez kadının dönüpde...
''ne karışıyorsun kocamdır döverde severde ''
diyeceğini...
sadece suçlu suçlu...
adamın dövmesini gördükten sonra ne şekilde sevdiğini merak eder kendince...
acep yolumu düşürsem  bir ihtimal ahırkapıda bulur muyum bu zavallıyı diye düşünür...

sokaktaki 'can'lara bir kap su birazcıkda yemek vermeyi unutmazsınız değil mi...

çocuğunu duvardan duvara çarpan aileye müdahale eden ...
kolluk güçlerine şikayet edendir suçlu...
o da bilemez...
''ne diyorsun kardeşim çocuk benim çocuğum sanane ...
döverimde severimde tecavüzde ederim,12 sinde satarımda...
sen mi verdin sütünü ekmeğini suyunu sanane''
diyeceğini bilemez...
dedim ya suçlu...

dolayısıyla...
ille hafife almak hatta kızmak gerekirse bile...
'helal,kedi olalı bir fare tuttunuz' diyerek de olsa...
desteklenmesi gerektiği halde...
öfkelenilen kızılan...
medyadır tabiki suçlu...

il'in adını zikretmedim...
gereksiz yere rencide edilmesin...
yayın yasağınında ...
köken kaygısı güdülmeden ...
ve...
aynı ilin ,iktidarın iktidar olmasında ...
ciddi kilometre taşı olmasından dolayı ...
gereksiz hassasiyetle korunmamış olduğunu da düşünüyorum...
hepsi adaletin hızla işlemesine yöneliktir...
yani...
olmalıdır...

aslında...
suç her zaman vardır...
bu coğrafyada ya da bir başka coğrafyada...
istatistiklere göre artmadan,azalmadan...
doğrudur...
insanın olduğu yerde suç elbette vardır...
ama asıl suçlu...
bildiği,gördüğü,tanık olduğu suçu ...
örten gizleyen yasak getiren...
konum/koltuk kaygısıyla yok sayan...
kalan adaletinde tecellisine engel olandır...

ahlat




bahar demek en çokda nisan demektir benim için...
hatta 12 ayın içinde en sevdiğim aydır...
nasıl sevmemki...
doğduğum ay ...
hayatımın muhasebesini yapmak için bula bula doğumgünümü bulmayacağımdan...
iyiki doğduğumu düşünür...
ve yepyeni bir yılın sağlık ve güzelliklerle gelmesini dilerim...
kutlarız ...güzel bir yemek yeriz...
biraz tepinir çokça güleriz...
hatta mümkün olsa dün-bugün-yarın ...
3 gün bile kutlarız:)
ve daha iyi bir şey yaparım...
hatırlarım...
telaşsız,güvenli,sıcak,sakin zamanları...
hani sukuneti korumak,dinginlik ve güven için yatakta yan dönüp...
kafanızla dizlerinizi birbirine yaklaştırıp...
uykuya geçtiğiniz zamanlar gibi...
boşuna değildir vücudun o şekli alması...
''merhaba''dan önceki...
korunaklı güvenli bölgeye dönüş...


*
*
*
*
*

çook yıllar önce...
sıcak bir öğlen vaktiydi ...
bahçede yemek yemeye uğraşıyorum...
bitmiyor bir türlü tabaktakiler ...
çatalla ,onyüzbinmilyon lokmaya ayırmışım...
ı ıh bitmez bu...
kedilerde yemedi...
kesin ıspanakvari birşeydi...
o tabak bitmeden masadan kalkamazsın...
oyun oynayamazsın...
istersen akşama bitir...
akşama kadarda sandalye biçimini alırsın zaten...
kâbus...

sütçü geldi...
eşeğini camın demirine bağladı...
eşek diyip geçmeyin iyi arkadaşımdı...
bizim sütçüde iyi adamdı bağırdığını bile duymadım hayvana...
boyumun yetiştiği kadar tüylerini severdim oda kafasını çevirip burnunu
kafama değdirirdi...
annem süt için kap getirmeye mutfağa gitti...
fırsattan istifade...
tabağımı alıp yemesi için sütçüye ikram ettim...

__bizde yemek atmak yasak...kedilerde yemedi...
tabak bitmeden oyun oynayamıyorum...
lütfen sen yer misin sütçü amca...

adam gülerek elimdeki tabağı aldı ...
arkamda sinirden kırmızıya dönmüş...
''kusura bakma x efendi ''
diyen anneme verdi...
gizem olsun diye değil hakikaten adını unuttum sütçünün...

akşama dosya açıldı...
__tabağındaki artık yemeği başkalarına ikram edemezsin çocuğum...
__ama bulamayan insanlar vardı hani...
__sütçü bulamıyor mu...
__ı ıh...
__niye bulamıyormuş...
__çünkü süt satıyor...
__süt var ki satıyor...üretiyor işte...
__ama o yapmıyorki ...inekler yapıyor sütü...
__bizim ineklerimiz var mı çocuğum...
__yok...
__bizim yok ve onun varsa sütçü nasıl fakir olur...
__?

eski istanbula ait ...
küçük, içe dönük bir mahalleydi bizimki...
öyle it uğursuz tayfası yoktu...
kavga gürültü olmazdı
çok fakir çok zengin yokmuydu ya da vardı da ben mi bilmiyordum...
babamcım mahallenin okuma koçuydu...
hayır öğretmen değildi...
ilkokuldan ortaokuldan sonra ...
okula gönderilmek istenmeyen çocukların ailelerini bir şekilde ikna ederdi...
hangi şekilde...
işte orası şimdilik sır...
okula yazdırırdı...
babamın yüzünden bu ülke sanırım ...
potansiyel duvar ustası,badanacı,ev kadını ,terzi ve tesisatcı kaybetti...
yerine ...
diş hekimi,öğretmen ve finans uzmanı kazandı...
diğerlerini unuttum ama bu 3 kişiyi unutamam...

mesela...
geçenlerde biri ev aldı...
baktı baktı yüzüme...

__sedenim be üniversite diplomamı ilk babana getirmiştim...
keşke yaşasaydıda bu tapuyuda getirip gösterebilseydim
dedi...

boğazına bir şey tıkanıyor insanın...
ona baktığımda dahada kötüydü...
gözlerinde yaşlar ...
adam ilk defa ev almış koyversek sulu sepken bir hüzün...
tapuyu alıp gökyüzüne kaldırdım...

__baba bak ahmet ev almış tapusuda burda...
biz burda kutlayacaz hadi sizde orda kutlayın...
__hee oldu babacım tamam lakerda yeriz...
tamam rakıya çok buz koymayız mundar etmeyiz rakıyı...

döndüm ahmet'e...

__ahmet babam lakerda yiyin diyor...
gülmeye başladı...
__kızım kaçık mısın sen....
__boşver bugün senin günün ne diyorsan oyumdur...


neyse...
sütçünün ardından...
ertesi gün annem kaptığı gibi adamın bahçesine götürdü beni...
inekler,meyva ağaçları,ekili alanlar...
sebze aldık...
bahçenin girişinde kulubeden bir ev...

o evide bir anlattı ki annem...
valla ikna oldum kral fahdın sarayı olduğuna...
zenginlik -fakirlik hakkında herşeyi yanlış öğrendiğimi anladım...
feci derecede kafam karıştı döndük eve...
bizimkilerin yapmak istediği ...
ilerde okula falan başladığımda ...
para parasızlık vs.gibi konuları ezbere almamam...
çocuklardaki olası acımasızlıklardan muhaf olmam...

ula parmak kadar çocuktum be...
deneme tahtası mıyım ben...

şimdi ...
bizimkilerin para -ticaret- zengin-fakir-okuma -okumama konusundaki tutumlarına ...
''ne güzel'' filan diyor olabilirsiniz...
karışamam...
yinede erken kara vermeyin :)
sadece şunu söyleyebilirim...
ben bu zihniyet sayesinde ticaretin t sinden anlamayan...
memur olmadığım halde memur zihniyetli biri oldum çıktım...
ticari girişimlerimden birini anlatırım yakında o zaman anlarsınız ne dediğimi...
ya da diyemediğimi...

sokaktaki ''can''lara bir kap su birazcıkda yemek vermeyi unutmazsınız değil mi...

topladım bütün mahallenin çocuklarını...
mahallenin sütçüsünün aslında
ne kadar zengin olduğunu anlattım...
ben tüm kalbimle inanmıştm...
onlarıda inandırdım tabi...
sütçünün saray gibi bir yerde yaşadığını bahçede milyonlarca ağacı olduğunu...
bir sürü inek ,öküz devenin yanısıra...
ansiklopedilerde gördüğümüz hayvanlarının bile olduğunu anlattım...

o zamanlar hayvanlar ansiklopedisi diye birşey vardı...
saatlerce onu incelerdik...
okuma bilenler adlarını söylerdi kısa zamanda ezberimiz tamamlanırdı...
peki varmıydı o ansiklopedilerdeki hayvanlar sütçünün evinde...
anakraliçe vermiş gazı bende üstüne inşaa ediyorum...
evin arkasında kımıl kımıl kımıldayan beyazlıkların yüzünü görmemiştim...
muhtemelen koyundu onlar
ama...
yüzünü görmediğime göre tilki,kutup ayısı olarak düşünmek hayal etmek zor bişey değildi...
zaten hiçde zor olmadı...
istanbulun göbeğinde kutup ayısı fena fikir değil...

şimdiki çocuklarla kıyaslayıp o döneme dair oligofren tablonun altını ben çizsem de...
siz çizmeyin tabii...
sonuçta doğumgünüm...
küserim he :)

çocuklar sordular
__ peki niye süt satıyormuş o zaman...
anakraliçenin bana söylediğini papağan gibi ezberlemiştim ...
__çocukları çok seviyor...biz çocuklar süt içebilelim diye hergün onca yolu
eşeğiyle beraber yürüyüp geliyor...
hep bizim için...

biri sordu...
__atmaaaa para veriyoruz ya o sütlere...
__o da o parayla hem evine hem çocuklarına hemde ormanındaki birsürü hayvana bakıyor...
onları doyuruyor,yaralananları tedavi ettiriyor...
bizim babalarımız gibi..
benimde babam bana , kedilere ve köpişlere bakmak için çalışıyor ya...
aynı işte...

bostanda ...
orman oluverdi tez zamanda...

__peki evi nası bi yer...
__ohooo çok büyük ...çok güzel hansel ve greteldeki pasta eve benziyor......
kendi kendine dolaşamaz insan...kaybolabilir...
__peki neler yedin...
__ormanda çok ilginç tadı değişik meyvalar var onları yedim...

''vay be''
''vayyy beee''
''ne iyi adammış''
''sırf bizim için geliyormuş he''
''müthiş''
''masallardaki gibi''
''belliydi zaten çok iyi adamdı''

tüm çocuklar müthiş bir sevgi beslemeye ve büyütmeye başladık...
ertesi gün öğlen...
duvarların camların tepelerine dizilmiş bizim sütçüyü bekliyorduk...
büyük bir tezahüratla karşıladık...
ertesi gün tilki ve ayıyı getirmesini...
hiç incitmeyeceğimizi sadece seveceğimizi söyledik hep bir ağızdan...
ormandaki meyvalardan getirmesinide istedik...
sanırım çok şaşırmıştır...
ayı ve tilki gelmedi ama...
ertesi gün süt güğümlerinin altında iki avuç kadar yeşil erik geldi...
şu benim sütçünün ormanında yediğim ilginç taddaki meyvalardan biri...
bildiğiniz yada bilmediğiniz çakal eriği...
aşısızdır...
dağda bayırda bulunur ve sirke gibidir...
ceplerimize koymuş bitmesin diye yalayarak yiyiyorduk...
evdeki erikler çoktaaan gözden düşmüştü...
sonra ...
eriği aşısız kurtlu çarpuk çurpuk elmalar yine sirke tadında narlar filan izledi...
söylememe gerek var mı...
artık analarımızın babalarımızın pazardan manavdan aldığı kırmızı sulu elmalar,
bal gibi narlar,papaz eriklerinin suratına bakmıyorduk...
hergün sütçü yolu gözlüyorduk...
adamın para almak gibi bir niyeti yoktu elbet...
ama analarımızın...

''olur mu öyle şey'' diyip bir sürü ısrarları sonucunda...
sütçümüzede yeni bir iş kolu oldu...
bir küfeye hergün topladığı meyvaları
birazda salata taze soğan gibi şeyleri getirip satar oldu...
hayatımızdan çok memnunduk...
cık cıklayan anne babalar bile...
bizim sirke gibi eriklerin tadını kaçıramıyordu...

ama...
benim bir sıkıntım vardı...
bir meyva yemiştim o ormanda...
adını bilmiyordum...
sütçüye anlattım...
anlamadı...
anneme söyledim...

__yok öyle bir meyva...
dedi...

ee var biliyorum ...yedim işte...
malta eriğine benziyor ama erik değil...
muşmula gibi duruyor ama muşmulada değil...
kuyunun orda ,yerde bulup ...
önce dilimi sürüp acı mı tatlı mı anlayıp...
tatlı bulunca...
3-4 tane yemiştim...
uludum,vızladım...
annemin canına tak edince ...
yine...
bir sabah aldı beni ...
onun bostan dediği benim inatla orman dediğim sütçünün yerine götürdü...

ormandır orman ...
boyunuz iki karışsa...
maydanoz tarlası bile orman gibi gelir...
gittik...
kuyunun oralarda aradım durdum...
buluyor işte arayan...
küçük ezik büzük bir şey...
sütçü baktı güldü...

ahlatmış...
bütün mahalle kilolarca ahlat yemiştik o dönem...
sütçü anneme demiş...
''ahlat ahlat olalı böyle bir itibar görmedi''


sn:ahlat ;yabani armutdur ve hemen hemen heryerde yetişir...

hibrit akvaryum



hayatınızda hiç balık beslediniz mi...
herşey küçük bir fanus içinde...
minicik bir japon balığının hediye edilmesiyle başlar...
yem almanız gerekir ,bir akvaryumcuya uğrarsınız...
uğradınız di mi...
hele birde kredi kartı geçiyorsa...
yani paranız yokkende borçlanarak alışveriş yapıyorsanız...
değmeyin keyfinize...

yem alırken minik bir hava motoruda alırsınız...
sonra...
minik bi filtre...
bir sonraki gidişinizde...
betalar,lepistesler,black molyler,neonlar ,guramiler çarpar gözünüze...
küçücük fanusta tüm bunları yapamazsınız...
akvaryum alırsınız...

ve...
elbette önceki filtre ve hava motoru artık yetmez...
yenilerini alırsınız....
bir çok yeni balıkla beraber...
sonra bir bakarsınız beta başka hiç bir balıkla geçinemiyor...
özerk bir alan istiyor...ölümcül kavga var...
can havliyle koşar ...
bir minik akvaryum alır betayı ayırırsınız...

bitti mi...
bitmedi elbette...
hamile lepistes ve guramiler yumurtlamıştır...
çıkan yavru balıklar diğer büyüklere doğal yem olmak üzeredir...
koşa koşa gider bir minik akvaryum daha alırsınız...
yavruları ayırmak için birde kepçe alırsınız...
ayırırsınız...
sonra minik şekilli hava kabarcıkları çıkaran bir motorun varlığını öğrenirsin...akvaryumcuya gider onuda alırsın...
artık evin her bir tarafındadır...
akvaryum,yavruluk ,yavru akvaryumu,kepçe,yem,ph düzenleyici bok püsür...

piyasada ne kadar malzeme varsa ...
sende de o kadar vardır...
akvaryumcunla aranda topla tüfekle yıkılmayacak sıkı bir bağ gelişmiştir...
ilk yeniliklerden senin haberin olur...
hatta yenilik yoksa ...
alacak bir şey bulamayınca...
akvaryumun dibinde ceset gibi yatan o iğrenç oyuncak balıkadamlar denizaltıları falan bile alırsın...

uçtumakıllılardansan...
tatlı su akvaryumunu çözemeden...
8-10 lepistesi yaşatmayı beceremeden deniz akvaryumuna atlarsın..
eşek yüküyle para verip onu kurarsın...
elinde kalır...

sokaktaki ''can''lara bir kap su ,birazda yemek vermeyi unutmadınız değil mi...

sıra canlı bitkilere gelir..
ekecen ya akvaryuma...
onlarda orda büyüyüp gelişecekler balıklara oyun alanı olacak ya...
gider alırsın...
omzuna kadar sokarsın kollarını akvaryumun suyuna...
bitkileri ekersin dibe...
1 saat sonra bitki balıklar tarafından parçalarına ayrılmış halde suyun üstünde yüzüyordur...
gider para verir bir daha alırsın...
sonuç aynı...

her seferinde bu son dersin,tövbe edersin...
yüzbinkere tövbe edip yine şarap içenlere dönersin...
gider bir daha alırsın...yine ekersin...
en sonunda su bozulur...balıklar ölür ...
alımlar,ekimler,dikimler,bağımlılıklar toptan çözüme hakkın rahmetine kavuşur...

hibrit tohum gibi....
hükümetlerin politikası gibi...
bir tarım ülkesinde yani burda ,bizde...
bin yıllık geleneklerin terkedilip ...
daha iyi ürün alınacağı teziyle tarımsal alana sokulması çiftçinin ketenpereye getirilmesi gibi...
antitezlerin doğruluğu gibi...
tohumda dışarıya bağımlı olman gibi...
ve sonuçta ...
tohumun ilacıda aynı yerden alındığına göre...
ilaçta da dışarı bağımlı olman gibi...
yapay gübrede de bağımlı olman gibi...
tantanayla aldığın tohumun ...
çok su istemesi...
sulamanın toprağı asitlendirmesi...
senin olan toprağı bozması gibi...
ekolojik dengeyi dengesizleştirmesi gibi...
şapa oturmamız gibi...
tabii şimdi burada konuya uzak insanların aklına şu gelir...
''iyide kardeşim almasın çiftçi,kendi tohumunu kendi üretmeye devam etsin''
denilebilir...
ancak...
çiftçinin kendi tohumunu üretmeye ve kullanmaya kalkışması 13 aylık bir hapis cezası ile karşılanıyor...
şaşıracak bir şey yok...
''sökülecek'' talimatı geldiğinde...
sökülmeyen şekerpancarlarının üreticilerini hatırlayın...
toprak bilinci olmayanların yönetime soyunması gibi...

baş,ayağı yönetir yönetmesine de...
içinde beyin varsa yönetir...
geçenlerde...
çinde bir kadının doğuştan beyninin yarısı olmadığı tesadüf eseri çıktı ortaya...
ama bakıyor kadın kendine...
hayatını idame ettirmek için başkalarına ihtiyacı yok...
nasıl oluyor bu ??
olur niye olmasın...
kendine bakması için beyninin var olan bölümü işe yaramış demek ki...
burda sır...
kendine bakmakta....
başkasına bakmak,yönetmek gibi zorunluluğu veya ehliyeti yok kadının...
bizdede var öyle kendilerine iyi bakanlar...
benzerlik yabana atılır gibi deği....
mr*** istesek mi ne...
hani kaçta kaçı yerli yerinde bu beyin denen organın...
şeyy...
bu arada ben geçen yılki aslanağzı tohumlarını biriktirmiştim bu yılda ektim...
bişi olmaz di mi...

neyse...
dönelim akvaryumumuza...
yani dünyamıza...
ne yani yaşadığınız alanların dev akvaryumdan farkı ne...
içerden dışarsı farklı gözükür...
ama dışardanda içersi farklı gözükür...

fanusta 2-3 balık hediye gelmişti yıllar önce...
baktık olmayacak...
babam onları bir akvaryumcuya hediye etmişti...
fanusuda vazo olarak kullanmaya başlamıştık...
yıllar sonra bir daha geldi fanusta hediye balıklar...
babamda yok ki hediye etsin akvaryumcuya...
bende bozdum niyeti...
düşünmedim yani
''ahhh ah bunları kimbilir hangi ülkelerin nehirlerinden avlayıp getiriyorlarda burda yaşamaya zorluyorlar''
falanda demedim...
götürüp iznik gölüne salıverecek halim de yok...
beslemeye karar verdim...

çarşıda bir akvaryumcu bulup ısmarlama akvaryum yaptırdık...
hangar gibi akvaryumu getirip salonun ortasına kurduk...
adam ne dediyse onu yaptık...
suyu koyduk ,verdiği ilaçlarıda içine attık...
neymiş ...
su bir hafta dinlenip balıklar sonra içine atılacakmış...
1 hafta sonra balıkları içine koymadan akvaryumcuya uğradım...
hani vereceği başka tablet vs. varsa versin diye....

uğramışkende sordum...

__bu su acı,nasıl yaşıyacak bu balıklar içinde...

evrenin sırrını sormuşum gibi gözlerini pörtletti bakakaldı...

__nasıl yani...
__yahu nasılı var mı...acı işte...hani biber gibi yakıcı acı değilde ...buruk acı...heh işte buruk acı.
 bu acı kavramını anlatmakda bir derttir ki...
aman yani...
''biber acısı'' gibi bir acı tarif ederken ''yakıcı acı'' dersinde...
yakıcı olmayan acıyı tarif etmek 50 cümle kurdurur insana...
''buruk acı'' işte...
en azından ben böyle tanımlıyorum...
varsa da başka tanımı , ben bilmiyorum...

akvaryumcu pörtlemiş gözlerle bakarken...
dile geldi...

__siz bunu nerden anladınız...
__ee suyu tattım balıklar nasıl bişeyin içinde yaşıyacak diye ...su acıydı başka türlü nasıl anlayacam...
__heee anladım...

ne anladı bilemiyorum...ama çok anlamlı bir ''heee'' idi o...
ağırabilerden biriydi bu akvaryumcu...
ama bu olaydan sonra acaip değişti...
hafifledi,yumuşadı,güleryüzlü falan bir tip oldu...
''bunca yıldır bu işi yaptığını,bugüne kadar her tür insanı tanıdığını...
tamda artık hiçbirşeye şaşırmayacağını düşündüğü zamanda ...
bugüne kadar akvaryumun suyunu tadanla ilk defa karşılaştığını'' söyledi...
hatta bir süre sonra ...
ekselansın
''teşekkürler almayayım ben''
demesine rağmen ona bir tespih hediye etmişliği de var...
önce masumane bir hediye olarak algıladıysam da...
sonra çözdüm işin sırrını...
yâ sabır...yâ sabır...yâ sabır...

***mr:Magnetic Resonance ... görüntüleme tekniklerinden biri...
sn: anlaşıldığı üzere akvaryum maceram kısa sürede sonlanmıştı...
şimdilerde aslanağzı tohumu ektim içlerine...
sedencik,01 Mayıs 2008, 19:57

çıkmaz sokak...






güzel bir haftasonuna güzel bir kahvaltıyla başladık...
yumurta kayısı kıvamındaysa...
herşey güzeldir zaten...
öylede oldu hava müthişti...
sadece haftasonları kahvaltı ederim...
herkes alıştığı için kahvaltıda gazeteleri sonuna kadar okumama...
kimse zırıltı çıkarmıyor artık...
iyide oluyor...
sabah sabah konuşmaktan hiç hemde hiç hoşlanmam...
''aa ağaçlar çiçekler ne güzel,kuşlar ne güzel ötüyor''
''bak gazetede bir haber var dur sana okuyayım''
cümlelerinin herbiri sabahın köründe saplanan raptiye yerine geçer bende...
birbirleriyle sohbet edip ağaçları,kuşları,böcekleri konuşsunlar...
bana dokunmasınlar...
2-3 saat içinde dünyaya dönerim nasılsa...

neyse...
gazetelerden birindeki habere göre ...
gebze dahil İstanbula yakın bir kaç yerdeki ...
bazı lokantalarda yapılan incelemede...
at ve domuz eti bulunduğu için kapatılmış...
at kısmı uzun derin hazin bir konu ona hiç girmeyeceğim...
yani
''vayyy insanlara at eti yediriyor vicdansızlar''
duygulanımı ile teğet bile değil ...
benimki...
desem desem...
'nasıl kıyıyorsunuz gözlerine baktınız mı hiç'
derdim...
sonra yetmez...
'atlar kıyılamayanda koyunlar inekler kıyılabilen canlılar mı
onların gözlerine baktınız mı diye devam edebilirdim'
eh haliyle çıkmaz sokak...

o yüzden konumuz domuzcuklarrrr...
bir ara büyük marketlerin mesela carefour'un et reyonunda domuz eti standı vardı...
sonra kaldırıldı...
kimi dedi ki...
%99 u müslüman ülkede gereksiz buna stand ayırmak
kimi dedi ki...
halkın dini duygularını incitiyor...
hangisi doğru bilemem...
üstelik son zamanlarda gitmedim...
özel domuz eti ürünleri satan dükkanlarda yok...
ama karşılığında sayıca az olsada sadece domuz eti tüketen
insanlarda var bu ülkede...
peki nasıl oluyor...
kendi domuzlarını alıp balkonda yetiştirip sonrada yemediklerine göre...
ben söyleyeyim nasıl temin edildiğini...
tanıdıkları bir kasaptan...
semt sakinlerinin tümünün alışveriş yaptığı bir kasap sipariş üzerine çalışıyor...
telefonda domuz eti siparişi verene...
''şu gün şu saatte gel al ''
tarzı bir çalışma...

mesela çocukluğumda polenezköyde domuz çiftlikleri vardı...
domuzcuk yavrularına birşeyler yedirmeye filan çalışırdım...
sonra uzun yıllar gitmedim...
bir gün nerden estiyse kalktık gittik...
değişmişti hemde çok...
küçük meydanı hatırladım hepsi o ...
değişim müthiş...
hatırladıklarımın izini bulmaya çalışırken...
lanetin naleti bir ihtiyara...
'buralarda domuz çiftlikleri vardı ne oldu onlar'
diye sorma gafletinde bulundum...
püskürdü...
''yok burda onlar ...burda öyle şeyler olmaz''
sanki domuzu bulsam oturup yiyecem hayvanı...
sadece çocukluğumun polenezköyünün hangi cehenneme gittiğini bulmaya çalışıyorum...

işte hâl böyleyken...
hiçbiryerde domuzcukların izine bile rastlanmaz...
bir zamanki izlerde tarihin tozuna süpürülmüşken...
2 tane firmayla yeni iş bağlantısı kurduk bir süre önce...
çalışma sahamız gaziosmanpaşa ve beldeleri ve köyleri...
2. ayın sonunda yoldan ve yollarda geçen zamandan gına geldiyse de...
sonrasında alıştık elbette...
tamamen duygusal :)
1,5 yıl'a yakın 2.adresimiz oldu...

bizim halkın...
işi , araziyi bir firmaya verip sonra köşesine çekilip...
sonucunun bildirilmesini beklemek gibi bir alışkanlığı yoktur...
çalışmanın her aşamasında bulunmak,öğrenmek isterler...
o yüzden herkes biraz avukat,biraz mühendis,biraz asker,biraz siyasetci filandır...
hoş...
çuvaldızdan iğneye geçersek...
bizim firmalarında...
hattın öbür ucunda ya da tepelerinde...
''hadi hadi rapor ne zaman yazılacak... izin ne zaman çıkacak''
diyen bir ilham perileri yoksa...
en başta söyledikleri
''şu tarihte rapor hazır '' cümlesi...
iyi niyetli bir temennidir...

dolayısıyla kendi ekibimiz haricinde oldukça kalabalıktık g.osmanpaşada...
arazi sahiplerinin büyük kısmı serbest meslekti...
ki bu tanımlama oldum olası garip gelmiştir bana...
yine büyük kısmı cüppe takke dincisiydi...
dindar başka bir şey aman ha karışmasın...
sonra bir müşteri hayvancılıkla uğraştığını söyledi...
sonra diğeri ...sonra öbürü ...
İstanbulun ortasında ya da kenarında hayvancılık...
fazla ilginçti ama üstünde durmadım...
sonuçta adam kasa hırsızıysa bana dönüpde...
''mesleğim kasa hırsızlığı'' diyecek hali yok...
kafadan bir meslek atacak...
hayvancılıkla uğraşanlardan birinin arazisinde ...
çalışma alanını hayvanlardan ayıran paravanların ardından gelen...
pohh...hınkhhh...ronghhh
seslerinin...
domuzcuklara ait olduğunu anlamam uzun sürmedi...
meğer hayvancılıkdan kasıt domuz üreticiliğiymiş...

__peki napıyosunuz bu domuzları...
diye sordum...
biraz sağına soluna baktı düşündü yutkundu...
__yurtdışına ihraç ediyoruz...
bak sen...
o yumuşak bakışlarımın salaklığımdan ya da romantizmimden değil...
sadece miyopluktan kaynaklandığını ne bilsin adam...
bir kez daha sorsam...
''onları bekçilik yapsın diye yetiştiriyoruz''
demesi işten bile değil...

akabinde bir çok beldede bir çok domuz çiftliği olduğunu öğrendim...
belde ,ilçe,il karşıma çıkan tüm belediye yetkililerine sordum ...
'çiftliklerden haberiniz var mı...bu hayvanlar napılıyor'
diye...
haberleri varmış...
ama ne yapıldığını bilmiyorlarmış...
bilmez nerden bilecek...
bilmediği gibi işine gelmez ve düşünmezde...
kafayı öteye çevirir...

sokaktaki can'lara bir kap su birazcıkda yemek vermeyi unutmazsınız değil mi...

çünkü herkes george clooney'e özendi
artık onun gibi evinde domuz besliyor di mi...
bakalım...
bakalım domuzcuklar ne işe yarıyor...

mesela...
bunlar yumurtlarda yumurtasından faydalanılır mı...
yok
sağılırda sütünden faydalanılır mı
yoo
muhteşem tüyleri varda yününden yararlanılır mı ...
yoo...
dobermanlar,rott.lar pahalı ve masraflı olduğu için onların yerine
domuzcuklar evlerde koruma köpekliğine mi soyundu...
onada hayır...
bülbül gibi sesi varda ben mi anlamadım bugüne kadar...
eve alıp muhteşem sesini mi dinliyoruz...
yok ...üstelik berbat bir sesi var...
peki ne işe yarar bu garibim domuzcuklar...
bu kadar koca koca çiftlikler kurulup neden sürekli üretiliyor...
peki bu üretim ne şekilde tüketiliyor...
hı?
sizce?

5-10 taneden değil ...
her çiftlikte 4000-5000 civarı domuzdan bahsediyorum...
kıbleyi paraya tahvil etmek kârlı mı kolay mı oldu onlara bilemem ama...
domuz kârlı ve kolay iş...
dayanıklı ve kolay üreyen bir hayvan...
yılda 3 kez üreyebiliyor ve her seferinde 20 ye yakın yavru yapabiliyor...
her yavru 4-5 ayda 100 kiloya çıkabiliyor...
beslenmesi çok kolay...
cam haricinde...
plastik,kağıt dahil herşeyi yiyebiliyor...
e durum buyken 5000 üyeli bir çiftilikten ...
yılda 1milyon kg.civarı et çıktığıda bilinen gerçek...
tüm ülkeden ne kadar çıktığıda ayrı hesaplanmalı...

konu et yemenin musibetleri ya da faziletleri değil...
ilk etapta ...
hangi etin hangi dinde yenmesi yenmemesi gerektiğide değil....
benim derdim...
sahtekarlık...
burdaki sahtekarlık iki türlü oluyor...
islamiyette ve yahudilikte haram olan domuzu yetiştirip pazarlayanlara bakınca...
birde aynı tür insanlar sayesinde ramazan ayında buralarda...
ölsen bir şişe su,bir tost bulamadığını hatırlayınca...
sahtekarlığın 1.ayağı yani arz eden kısmı tamam...

2. ayaktada talep edenler var...
bu talep edenleri iyice anlamak için biraz açmak lazım...
3-4 yıl önceki araştırmanın sonucuna göre...

Türkiyede...
60 bin ermeni ortodoks,
20 bin yahudi,
20 bin katolik,
20 bin süryani Ortodoks,
3 bin rum Ortodoks,
2 bin 500 protestan,
2 bin süryani ortodoks,
2 bin ermeni katolik,
500 ermeni protestan
300 keldani katolik var...

bunların içinden 20.000 yahudiyide çıkarın...
çünkü onlarda yemez...
geriye kalanların  hiçbirinin vejateryen olmadığını düşünün...
hatta...
yahudiler ve müslümanların domuz yiyen kesiminide ilave et...
bunca domuzu 24 saat nefes almadan yeseler yinede bitiremezler...

o zaman bir tek şey kalıyor geriye...
ne yediğini bilmeden yiyenler...
nerden bileceksin ki...
önüne gelen tas kebap,köfte,hamburger ,sosis, salam ...
sinyal mi veriyor...
viyk viyk domuz sesi mi çıkarıyor...

işte bu kötü...
saygısızlık...
dinler inançların yanısıra...
insanların tercihinede saygısızlık...
hastalıklı bir şey...
yahudilikte pesah ...bilinen adıyla hamursuzda...
insanların o günlerde mayalı birşey yemediklerini bile bile...
gizli gizli...
yediklerinin içine maya karıştırmak kadar hastalıklı...

işin doğrusunu isterseniz bu yazı tamamen amme hizmeti ...
çünkü...
benim hayatımda milim oynamaz domuz etinin piyasada olmasıyla...
ister keçi ,ister domuz kim neden hoşlanıyorsa onu yesin...
hiçbir açıdan bağlamaz beni...
nedeni basit...
ben balık haricinde et tüketmem...
yinede...
herzaman bir boşluk var...
bir balık köftesine 2 kırpık dana domuz birşey karışsa anlamam sanırım...

pekiiii...
napıcazzz...
sistem ,düzen seni sakınmıyorsa...
biz bizi sakınacağız...
eğer tercihimiz bu ürünü tüketmek değilse...
seçici olacağız...
dolayısıyla üretim olmadıkça katliamında olmayacağını umud edeceğiz...
gazetelerdeki ilanlarda hd. yani herşey dahil otellerin...
sunduklarına ve fiyatlarına bakıp bakıp...
nasıl kurtarırki bu rakamlar diye şaşırırdım...
iyi ya artık şaşırmayacağız...