bu sitedeki yazılarımın....kopyalanması,çoğaltılması,yayınlanması 5846 ya göre yasaktır...

çekim etkisi...



sorun 20 yaş dişimmiş...
bu azı dişine takılan 20 yaş ismine zaten illet olurdum...
birde bazılarının aynı dişe ''akıl dişi'' filan dediğini öğrendim...
ki akıllara ziyan...
şimdi hepten illet oluyorum...
bütün sorunlarım bittide dişlere takılan isimlere sardığımdan değil...
sorun benimkinin 30 umda çıkmaya başlamasından...
30 da yarım yamalak çıkmaya başlayan 20 yaş dişinden hayır mı gelir...
ne bileyim belkide gelir...
ama bana gelmedi...
halbuki 30 a kadar muhteşem bir açıyla ...
hem çıkmadan hem rahatsız etmeden
hem de diğerlerini ittirip kaktırıp şekli şemali bozmadan duruyordu derinlerde bir yerde...

 isme bak akıl dişiymişmiş...
çekilmiş olanlar
çıkmayanlar
20 yaş dişi çene kemiğinde
yer bulupda çıkamayanlar kendilerini hepten şebelek hissetsin diye herhalde....
sahi...
ilk insanların kaç dişi vardı...
bir kaynaktan 38 tane diye okumuştum güncelleyemem şimdi...
tahmin et deseler 50 civarı derdim...
38 yada 50...
şimdiki bilgimiz 32 olduğu gerçeğinde sabitlensede...
evrim geçiriyoruz cancağızım
kullanılmayan herşey yok olmaya mahkumdur...
bak artık...
32 de değil 28 dişimiz var...
niye
ihtiyaç yok ondan...
4 tane 20 yaş dişini başarıyla çıkarıp ağzında taşıyan kaç kişi var bakın bakalım...

 akıl dişiymişmiş...
bari koyulan isim bir işe yarasa...
bak ön taraftaki köpek dişlerine...
dişin adı aslında canine...
heceye böl
ca - nine
türkçeye çevir...
k-9
yani k9 köpek eğitiminin adının çıkış öyküsü...


bunları ve daha bir alay şeyi aklımdan geçirmem korkumu zerre kadar geçirmedi tabi...
hani korkuyorumda napıyorum...
ağlayıp zırlayacak halim yok...
buaauuu diye bağıracak halim yok...
mızır mızır etmektende edendende hoşlanmam...
kuyruğu düşürmeden idare ediyoruz...
he noluyor...
nabız hızlanıyor ...yüzüm beyazlıyor...
bunuda rontgen gözleriyle diş hekimim anlıyor...
zaten yüzyılın tesellisini verdi bu sayede...

__Sedencim benim gözlerime bak...benim gözlerimde korkuyu görürsen sende kork...
görmezsen demek ki işler yolundadır o zaman rahat ol...
__tamam gel yer değiştirelim...sen gel yat benim yerime ben senin dişleri kontrol edeyim...
sen o arada gözlerime bak korkuyorsam sende kork...korkmuyorsam panik yapma...
__yahu olur mu öyle şey ben uzman hekimim...
__güzel de ben uzman hasta değilim...

sokaktaki can'lara bir kap su birazcıkda yemek vermeyi unutmazsınız değil mi...

öyle işte konuşup gülüşürken op. bitti...
diş gitti...
kalktım dişime bakındım buldum...
d.hekimi...
__niye bakıyorsun...
__yıllardır benleydi vedalaşıyorum...
__genelde çoğu insan bakmaz...
__kan var diye mi...
__bir kısmı belki ...ama temizlesekde bakmaz çoğu korkar veya rahatsız olur...


ilginçmiş belki kendinden bu kadar korkandan bizimde korkmamız gerekiyordur...
halbuki çocukken dişlerimizi cebimizde taşıyacak ...
sonra çatıya bacaya atacak kadar korkusuzduk...
ve kendimizle
ve evrenle barışık...
büyüdükçe mi kazanıyoruz bu tuhaf korkuları...
veya büyüdükçe kazandıklarımızı kaybetme olasılığını düşündükçe mi çeşitlendiriyoruz...
özetle
giriş kapısından ilerleyip koltuğa oturduğunda etraf toz pembede...
çıkış kapısına yaklaştıkça zemheri mi...
7 ile 77 arasında fark var mı ki...

neyse...
büyükpatronun eline iğne battığında acile koşması ilk defa işe yaradı...
adamın iyi tarafı sadece kendine müslüman değil...
yani...
başkasının eline iğne battığında onuda acile götürmeye kalkışıyor...
diş nedeniyle dinlenmek aklımın ucundan geçmezken...
hatta işin doğrusu dinlenenlere pek de sempatiyle bakmazken...

''sakın işe gelme iyice iyileş''
demesi
kanapeye iyice yayılmayı...
ılıkta olsa mis gibi bir kahveyi...
çoook derinden gelen bir müziği...
ve içine düşeceğim tess gerritsen'i
--ki bu ismi duyuyorsun di mi atalet...
patricia'nın bir kaç atımlık barutundan sonra gerritsen iyi geldi tavsiye ederim--
heh işte bunlar gözümün ,burnumun önünden geçtiğinden ikiletmedim büyük patronun lafını...

menümüzde hazır...
mis gibi bir yayla çorbası
vişne soslu muhallebi...
dereotlu patates püresi...
daha ne isterim ki...

günlerden gelen



***yollardan ve yorgunluklardan sonra ...
bir kez daha bu kenti çok sevdiğimi anladım...
en çokda dönüşlerimi seviyorum...
yoğun zamanlar...
iş güç ayrı konu zaten...
birde evi yaz konumundan kış konumuna geçirdim...
şöyle oluyor...
yazlık açık renk tiril tiril örtüler yerini biraz daha kalın bir kumaşa bırakıyor...
kilimler silkelenip yıkanıp kalkarken...
halılar çıkarılıp havalandırılıp seriliyor...
en oyalayanı kıyafetler...
en hüzünlüsü balkonla veda...
tüm bunları yaparken içimden bir ses...
''yanlış yapıyorsun çok çok erken bunlar yalancı soğuklar''
dese de...
artık çok geç
eğer içimdeki ses doğruyu söylüyorsa...
tekrar ısınırsa ortalık
ya
''ben zaten üşüyorum''
yalanının ardına saklanıp yünler trikolarla gezecem...
ya da
joker kıyafet olarak duran 3-5 kıyafeti üniforma haline getirecem...


***nasıl tırsmışsam yazın illet sıcağından
akla ziyan bir şekilde ''üşümüyorum üşümüyorum''
diye diye pikeyle yatıyordum...
soğuktan takırdayarak uyumak berbatmış...
sonra bir battaniye ilave ettim...
o da kesmedi bir tane daha....
baktım bunun sonu yok...
yorgandı kışlık battaniyeydi ne varsa çıkardım...

***mutfakta kışlık yer açarken...
bir kavanoz bulgur buldum topak topak olmuş...
böcek filan yok ama belli bozulmuş...
önce o koca kavanozla çöp kutusuna tıktım...
sonra
kavanozu metro'dan üstelikde severek aldığımı hatırladım...
zaten bulgurada kıyamadım...
1000 küsur km. yoldan geliyor yazıktır...
hacmi olanın ruhu olduğu konusunda tepindiğim dönemlerde aklıma gelince...
gittim mutfaktaki çöpten çıkardım kavanozu...
kavanozu bulaşık makinasına yerleştirdim...
bulgurları suya koydum
yıkadım süzdüm...
kuşların içsesi çalışır işlerine yaramıyorsa yemezler diye düşünüp...
balkona koydum...
serçe doldu balkon....
evet bazen kötü böylesi ayrıntılara takılmak...
zaman kaybettiriyor...
ama
bazende hayat ayrıntılarda yakalanıyor...
tek sorun...
hangi ayrıntının zaman kaybettirip , hangisinin hayatı yakalamaya aracı olduğu...
işte onuda zaman belirlediği için
öyle ya da böyle yine zaman sorunsalı...

***geçen gün elans çok güzel bir fincan almıştı bana...
''elans da ne'' diye takılmayın ...
ekselansın harflerini yoldum oldu elans...
''lan'' veya ''lans''haricinde heceye de harfe de düşürebilirim...
geride kazandırabilirim...
kendini yolmaktan daha mantıklı geldi şimdilik...
evet...
aslında fincandan çok paketlenme şekline hayran oldum fincanların...
fincanlar ve tabakları önce köpüklere sonra ipek pelür kağıtlara sarılmış
ardından
yoğun bir lavanta kokusu saçan çok şık bir kadife keseye konmuş
yanına bir paket kurukahveci mehmet efendinin kahvesi
yine çok şık bir kese içinde güllü lokumlar...
bende köpüklü bi kahve yaptım sigara aldım...


***2 bölüm criminal minds seyrettim
sanırım orda en çok garcia ve reid'i i seviyorum
hoş hepsi ayrı ayrı arızalı...
ama bu ikisinin arızası nasıl desem daha hafif,hoş , gibi...
ben net'den seyrediyorum ama sanırım fox'un dizisi...
aslında klasik konu...
fbı'ın profil ekibinin çözdükleri dosyalar...
suç bir kılıçsa eğer iki tarafıda keskin...
daha doğru bir tanımlamayla suçun iki ayağı var...
işleyenler
ve
neden,niçin,nasıl sorularını kendi kendilerine sorup başarıyla cevap verebildiği için yakalayanlar...
farkındasınız di mi
suçun niteliği şekli şemali değil değişen...
suç aynı suç...
sadece aynı frekansta çalışan zihinlerin bir kısmı suç işleyenlerden
bir kısmı onları yakalayanlardan oluşuyor...
ortalama insana da...
her iki grubun el sıkışıp topyekun birbirinin tarafına geçmedikleri için şükretmek kalıyor...
dünyadaki kanun uygulayıcıların tamamı karşı tarafa geçse ortalık cehenneme döner...
suçluların tamamı tövbekar olup kanun uygulayıcıların tarafına geçse...
ortada suç muç kalmayacağından bunlarıda evden kaçmış muhabbet kuşu takibi kesmeyeceğinden...
can sıkıntısından etrafa sararlar...
işte denge diyede buna diyoruz zaten...
veya
alışageldiğimiz gibi nitelikli eğitim ve gelişmiş empati demeye devam edebiliriz tabi...
neyse...


***yarın harika bir yağmur yağacakmış...
hızlı ama sessiz ve gürültüsüz...
üstelik çiçeklerim böceklerimde doğal yoldan zahmetsiz sulanmış olur...
malum müneccim teması...
bakalım bizimki iyimiymiş mesleğinde...

sokaktaki can'lara bir kap su birazcıkda yemek vermeyi unutmazsınız değil mi...

***sonbahar renklerinden oluşan yumak yumak yün almıştım geçen sene kürkçü han'dan...
kahve-kiremit-yeşil-bal rengi...
hiç vakit bulamadım bir şey yapmaya...
bu yıl onları çıkardım kiler-ardiye arası depodan...
çalışma odamdaki kanapenin üzerine dizdim
çok muhteşem harika birşey örmek istiyorum...
ama
sonuçta ya şal ya battaniye ya atkı çıkacak ortaya ...
kazak diye başlıyorum
şal oluyor sonuçta...
ama keşfettiğim harika bir süveter örme şeklim var...
4 tane ördüm bugüne kadar...
tarifi çok kolay...
istediğin boyda ende iki tane dikdörtgen örüyorsun...
sonra kafanın ve kollarının geçeceği yerleri işaretleyip kalanını birbirine dikiyorsun......
istersen bir dikdörtgen daha örüp onuda boru şekline getirip
yaka kısmına dikince boğazlı süveter oluyor...
elbette bu süveter ile heryere gidemiyorsun...
bende...
evde ya da kışın mont içinde kalmak şartıyla çarşıda ,yürüyüşte filan giyiyorum...
ilk ördüğüm süveter annemin iyi tarafına geldi
alıp sökmüş epey bir kısmını kol-yaka filan kesip en önemlisi bedenime göre yapmıştı...
artan yün 3 çile filandı desem bilenler anlar herhalde...
2.süveterde o da sıkıldı artık
bu sefer dikiş yerlerinden söküp bedenime göre yeniden dikip...
fazlalıkları kesmişti...
'örgü kesilir mi ilmikler atar '
diye itiraz ettiğimde...
tek kaş havada şöyle bir baktı...
korkarım bu bakış
benimde
''güneş varken yağmurda yağıyooo deprem mi olacak''
veya...
''bizde petrolde bor da yok deli saçması bunlaaar''
diyenlere
attığım bakışa benziyordu...
sonraki 2 tane süveterimi eline bile almadı...
almasın
kimse beğenmese de ben büyük zevkle giyiyorum...
resminide ekliyeyim dedim ama
muhteşem! modelimi modacılar filan kapar neme lazım:)
olsun
hiç değilse renk geçişlerini güzel ayarlarsam iyi birşey olur belki bu seferki...

 ***1 ay önce diş hekimim aradı
''uzun zaman oldu bi kontrol edelim ''
diye...
'olur gelirim yakında' dedim...
işte o ''yakında''lı cümlemi edeli tam 1 ay oldu
psikolojik midir...
ya da
bu adam dişimin içine bir çip yerleştirdide canı sıkıldıkça ağrı sinyalleri mi
yolluyordur neyin nesiyse...
3 gündür geceleri ağrıyor gündüzleri geçiyor...
minoset ve karanfil yağıyla nereye kadar...
karanfil karanfil kokar oldum...
he bu arada dna bankası kurulsun diye yoğun bir çaba var ya...
yahu dişhekimlerini kafalasalar yeter...
düşünsene her çekilen diş ya da alınan sürüntü isim soyad vs.
işte kolay tarafından dna...
onyüzbinmilyonuncu yeni fişlenme...
iyi bundan sonra koltuktan kalkarken bütün döküntüleri toplamalı herhalde...


***zaten
gideceğim kesinleştiğinden beri midemde tuhaf bir ürperme hissi...
ürperme de değilde sanki burkulma gibi...
''mide ürpermez ve burkulmaz
olsa olsa düz bazende ters çalışır''
zannedenlerin
midenin nasıl düğüm düğüm burkulduğunu anlaması için...
benim kadar korkuyor olması lazım...
işin en anlamsız tarafı
canı çok tatlı olup ...
ayağı taşa değse
dünyayı ayağa kaldıranlardan olmadığım...
halde
bu düğüm düğüm olma halimi hem anlamıyorum hem aşamıyorum...

ya affetmezse...


sonbaharın havası hep aldattı  beni ...
o dayanılmaz sıcakları silen süpüren...
o serinlik
o rüzgar...
ani sevinçler gibi...
hani kamaşır gözlerin görmez olursun karanlıkları hüznün yoğunluğunu...
çakar işte öyle
ya da
kayar yıldız gibi...
gözlerin onun ışığına takılır kalır...
unutursun sonbaharın hazan olduğunu , güz olduğunu...
savrulduğunu...

her yıl unuturum ...
ve unuttuğumu farkettiren bir hatırlatmayla karşılaşırım...
oysa
çoğunlukla
serinliğiyle hoş...
kalanıyla kabus gelirdi sonbahar...
yine değişmedi bu döngü...

irma
ilkzamanlar...
annemin  sokakta baktığı 'can'lardan biriydi...
3 yıl önce annemin ev -kedi kadrosuna dahil oldu...
15 yaşındayken giden arap'tan sonra lolipopada arkadaş oldu...
önce uyuma amaçlı geldi eve...
uykusunu alınca giderdi...
veterinerin söylediğine göre 6-7 yaşlarındaymış....
kimse ona hiçbirşey öğretmedi...
sokakların bilgeliğine sahipti...
sonra bir gün gitmedi...
işte o gün bugün 3 yıldır annemdeydi...
geçen hafta yemez içmez olduğunda kontrol eden veteriner hekim...
iki tane çürük ve acı veren dişi olduğunu,çekilmesi gerektiğini  bu yüzden yiyemediğini söyledi...
anestezi öncesi tahliller yapıldı
iki çürük dişi çekildi...
sadece
rahat rahat yemeğini yiyebilsin istemiştik...
ve tahlillere rağmen ani gelişen solunum tablosundan 10 yaşında kaybettik irmayı...


4 ekim onların günü...
senede bir gün...
sevenler...
hayatlarını,ekmeklerini ,sularını onlarla paylaşanlar ne demek
istediğimi çoktan anladılar bile...
4 ekim hayvanları koruma günü...


lafta,sözde ,kağıt üstünde kalan günlerden biridir aslında...
çevrenize baktığınızda korumanın yine insanı korumaya yönelik olduğunu farkedersiniz...
aksi takdirde nasıl açıklanabilir ki...
arabayla bir kediye bir köpeğe çarpıp gaz kesmeye bile gerek duymadan basıp giden sürücü...
hayvan itlafı...
yakılan hayvanlar...


eziyet görenler
kavurucu sıcakta ,susuzluktan ölmek üzere olan hayvandan esirgenen bir kap su...
dondurucu soğukta yemek bulamamış hayvandan esirgenip
40 düğümle ağzı bağlanıp çöpe atılan ama ille hayvanlardan esirgenen yiyecekler...
gülerek,zevk alarak sopalarla taşlarla öldürülen yavru ayılar...


yazlığa giderken ...
''ayy bizim çocuk çok istiyoo alalım bi yavru köpek bariii ''
diyerek alınan...
3 ay yazlıkta çocuğa oyun arkadaşı olup...
evin sıcak ve korunaklı ortamına iyice alıştırıldıktan sonra
tatil sonunda
ya bir dağ başına
ya da
yol kenarına terkedilen köpekler..

o köpek...
''beni bırakma... ben çok sevmiştim seni ,çok alışmıştım size'' dese...
duyarmısınız?
geçen bazı arabalara havlamasının nedeninin...
oraya sahibi/dostu sandığı insanlar tarafından,bir araba yolculuğu sonrası bırakılması
ve onların kendisini almak üzere geri geldiklerini sanması olduğunu bilir misiniz?


ezik insanlar tarafından potansiyel suçlu muamelesi gören hayvanlarda var tabi...
hani işyerinde şef inden müdür ünden yediği fırçayı
akşam evinde çocuğunu döverek hazmetmeye çalışan ezikler var ya
işte onların oluşturduğu bir kategori bu ezikler...

mesela...
yan apartmandaki kabadayı bozuntusu  herif...
her gördüğü yerde kızına laf atıp...
karına ilk defa insan görmüş gibi bakıyorsa...
o sinirle dışarı çıkıp sokak köpeğine tekme atman...
aslında...
kendi onuruna attığın tekmedir...
yetiversin yüreğin bir seferliğinede...
git o herife at tekmeyi...
hayvana attığın tekme...
sadece acizliğinin kamuya ilanıdır...
hepsi bu...


bir ömrü birlikte yaşamak istemeyebilirsiniz...
sevmeyebilirsiniz...
korkabilirsiniz...
hepsine amenna...
ama
eziyet ederseniz...
yaşam hakkına saygı duymazsanız...
ya da
eziyet etmezde...
yapılan eziyete aklınız fikriniz yerindeyken ,eliniz ayağınız tutarken seyirci kalırsanız...
tarafsızsanız...
sorun vardır...
yaşam hakkının kutsallığı söz konusu ise...
tarafsız kalamayız biliyorsunuz değil mi...
dante yi hatırlayın...
''cehennemin en dibi tarafsızlara ayrıldı''


yemek ,su,yaşam hakkına saygı derken...
aslında baştan başlamak gerekiyor...
önce günlük konuşma dilinin ezberini bozmak gerekiyor...

adamın eli sarılıdır...
sorarsın...
__geçmiş olsun noldu düştün mü
__şey afedersin bizim eşek tepti''...

bahçeye ıspanak almaya gidersin...
kadın telaşlı telaşlı bir yere gidiyordur...
__nereye
dersin...
__şey afedersin ...bizim malı sağmaya...
__mal ??
__yani afedersin ineği sağmaya...

adam sabah sondaja gelir...
akıl bin karış havada...
''doğru düzgün yap şunu'' diye püskürürsün...
yanına gelir ...
__uykusuzumda ondan kusura bakmayın hemen düzeltiyorum...
__niye?beşik mi salladın sabaha kadar...
__yok şeyy afedersiniz köpekler uludu mahallede uykum kaçtı....
şimdi bu noktada anlaşalım...

bu ...
__afedersin kedicim ...
__afedersin köpekcim ...
filan
diye hayvanlardan dilenen bir özür değil...
''afedersiniz Seden hanım, bizim eşek yapmış''
başlığı altında...

hayvanların arada çıkardığı muzurluklar adına insanlardan dilenen özür hiç değil...
ki
hayvanlar insanı temsilci seçmezler özür için...
zaten insan kendi özrünü, kendi dilese ömrü yetmez...
bu sadece bir türün yada türün alt gruplarının ismini zikrederken
başına koyulan ilginç bir kelime...


hani bu türün adı bile mide bulandırıyor ya...
pis birşey ya...
pis olduğu için ismini zikrederken mide bulandırıcı olma ihtimali üstüne oynuyor...
özrü peşin diliyor
ve ''affedersini ''yapıştırıyor...
verilecek cevap kolay...
''affetmiyorum lan ''
bitti...nokta...


derin bir sessizlik oluyor...
sonra cılız bir ses yükseliyor karşı taraftan...
''nasıl yani''
tecrübeyle sabittir...
deneyin...

halbuki...
tecavüzden içerde yatan abuzittini anarken ,
kimse kalkıp da ''afedersiniz abuzittin dedi ki''
diye başlamıyor konuşmaya...

bir tür ...
tür olarak affedilmeyi gerektirecek ne yapmış olabilir...
hiç bir şey...

türün mü affedilmesi isteniyor...
ya da...
yaradan hayvanları yarattığı için...
bir kısım çok bildiğini sanan cahil ...
Allah bu hayvanları yarattı diye insanlardan onun adına mı özür mü diliyor...
hani olur ya...
had sorunu vardır bazı insanlarda malum...
yaradan adına özür dileyen hadsizlerde var mıdır...
vardır herhalde...
elbette onlar ağız alışkanlığıyla söylediklerinin bu anlama geldiğini sorgulamasalar dahi...
kullandıkları kelimeyi de enine boyuna sorgulamadıkları çok açık...


insana insan demek...
masaya masa demek
suya su demek ...
kadına kadın
erkeğe erkek demek ...
nasıl ki özrü ve''affedersin''demeyi gerektirmiyorsa...
hayvana hayvan
köpeğe köpek
kediye kedi
fareye fare demekde ''afedersin'' kelimesini gerektirmiyor...

Allahın yarattığı bir mahlukun adını zikrederken niye af diliyorsun ...
yıllarca sağa sola küfür olarak ettiğin için mi...
mesela...
hayatını uyuşturucu pazarının başında oturarak kazanan birine...
''eşşekoğlueşşek'' demenin neresi küfür...
olsa olsa iltifattır...
da
o layık mıdır bu iltifata...
türe lüzumsuz temsilci olup...
isimlerini zikrederken durduk yere özür dilemeyi bırakalımda...
sineğin,arının kedinin vs.nin ekolojik dengedeki varlığına ve önemine bakalım...


bir gün yaratıcının canı sıkılıp,
iş olsun diye
ya da
bize maskara olsun diye
gereksiz yere hayvanları  yaratmış olamaz di mi...


doğayı birimlere ayırıp kafamıza göre davranamayız...
insanıyla,hayvanıyla,ağacıyla,bitkisiyle,suyuyla bütünü korumak,saygı duymak zorundayız...
birlikte yaşayabilmeliyiz...
birlikte yaşayabilmenin ön koşulu ise saygı...
hani şu insanlar arasında da  olması gereken...

ve...
insan olmak süreçtir...
güçsüze şefkatle,koruyarak yaklaşabilmek ise sadece en basit ilk adımıdır...
onlar anlar karşıdakinin niyetini endişe etmeyin...
koca bir sürüyü başarıyla idare eden kangal ...
sizin niyeti haydi haydi anlar...


sanırım 3 yaşında filandım atlar avucumdaki şekeri yerken...
dilleri avucumdan büyüktü...
düşünüyorumda...
sanırım ...
boyumda atın bacağının 3 te 1 i filandı...
altlarından geçtiğimde kafamı eğmem bile gerekmiyordu...
eh biliyorlarmış işte niyeti...

işimize geldi mi biz Devlet-i Alî Osmanlının torunlarıyız...
Fatihlerin Kanunilerin evladıyız diye başlayan arkası gelmeyen nutuklar atarız...
o zaman uygun davranmak lâzım, hayran olduğunuz alî osmanlıya...
karda buzda yaban hayvanları aç kalmasın diye dağ başlarına ulaştırılan yiyecekleri...
benim dışımda...
kimsenin nedense torunu olmaktan pek hazetmediği deli İbrahimin havuzdaki balıkları beslemesini...
Fatihin atına düşkünlüğünü...
unutmamak lâzım...
Gazi Süleyman Paşanın* gelibolu bolayırdaki türbesine gidin bir bakın ...
Süleyman paşanın yanında iki mezar daha vardır...
vasiyeti üzerine çok sevdiği atı ,paşadan sonra ölünce yanındaki mezara defnedilmiştir...
diğerindede lalası yatar...
vefaya bak...


güzel bir kıssa vardır...
o zamanların...
din ulemaları...
''hocam hocammm oruçluyken kocam elimi tuttu orucum bozulmuş mudur sizceee''...
türünden IQ su 30 luk sorularla ...
canlarından henüz bezmedikleri için...
Kanuninin sorduğu sorular gibi sorulara verdikleri cevaplarla...
hem aydınlanmayı, hem inceliği, hem derinliği izah etiklerini anlamak adına önemli bu kıssa...


Kanuni Sultan Süleyman, Şeyhülislam Ebusuud Efendi’den,
manzum bir beyitle, Topkapı Sarayının bahçesindeki meyve ağaçlarına zarar veren karıncaların ...
yok edilmesinin dinen mümkün olup olmadığını sormuş...


''Dırahta ger ziyan etse karınca
Günah var mıdır ânı kırınca?'' **


Şairliği de bulunan Ebusuud Efendi, manzum soruya manzum bir cevap vermiş:


''Yarın Hakkın divanına varınca,
Süleyman’dan hakkın alır karınca''...


sn1: *
Gazi Süleyman Paşa İkinci Osmanlı hükümdarı Orhan Bey’in büyük oğludur.
Osmanlı Devleti’nin kuruluş döneminde Gelibolu’ya geçerek önce Çimpe kalesini fethetmiş...
ardından bütün bölgenin Osmanlı topraklarına katılmasını sağlamıştır...


sn2: **
bahçede ağaca zarar verse karınca
günah olurmu onu öldürünce...



sn3: bir kap su,biraz yemekle ya da tedaviye ihtiyacı olan bir can'a yardımla bugünü analım...
bunlara imkânımız yoksa bile...
göstereceğimiz şefkat,sevgi...
kafalarını okşamak imkân dahilindedir her zaman...