bu sitedeki yazılarımın....kopyalanması,çoğaltılması,yayınlanması 5846 ya göre yasaktır...

haftanın ardından...

bu sefer yollardan işlerden değil
haftadan yorgunum...
hani doğarken ister istemez bir çaba gösterip dünyaya uyum sağlamaya çalışıyoruz ya..
o yüzden her insan doğduğu günün öncesi ve sonrasında
böyle acaip bir yorgunluk hissediyor üstünde...
zaten ben biraz fazla çabalamışım fazlaca da yorulmuşum ...
işte o gün bugündür dinlenmek için yaşarım...
inanmadınız di mi
iyii
bende zaten şaka yapıyordum...

doğumgünü haftam 23 nisanla birleşiyor...
doğal olarak her yıl olduğu gibi bütün sokak balkonlara pencerelere asılan bayraklarla anarız 23 nisanı...
kimi acelecidir günler  önce asar...
işten dönerken sokağa girdiğimde 3-5 ev asmıştı bayrağı...
yorgun ve de argın öylesine bakınarak yürürken
balkonun birinde bayrağın iki yanına asılmış iki koca demet balon gördüm...
kırmızı beyaz filanda değil...
rengarenk...
''yok artık abartınında aşmışı''
akabinde
''olur tabi niye olmasın ulusal egemenlik ama aynı zamanda çocuk bayramıda''
düşüncelerinin arasında sarkaç gibi gidip gelirken...
dank etti görüntü...
len bu bizim balkon...
bayrağın kenarından bakanlar korsiyle feriş...
insanoğluna metrelerce zıplama kabiliyeti verilseymiş keske...
zıpla al balonları yok et uçur filan...
çok seri hemde çok fazla seri
kendi etrafımda bir tur dönüp
kim gördü kim görmedi kontrolü yaptım...

hee evet insanlar,çevre,toplum,konu,komşu
üstelik birde el olan alem ne dedi bıdı bıdısı...
sonra ezbere aldığımız ''elalem ne derse desin asıl önemli olan sensin'' bikbiki...
hikayedir tabi hepsi...
her abuk olayda şöyle bi bakıyoruz etrafa...
bu düşünerek aşılacak bir konu olsa aşmıştık bile çoktan...
yoksa aşmamış mıydık...

kaldırıma takılıp düşenlere bakın...
önce dizini kolunu mu kontol ediyor...
yoksa etraftaki insanlardan kaçının görüp görmediğini mi....
iki grupta toplarsak bu düşenleri
düştüğü anda lastik top gibi ayağa fırlamışsa...
çevrede kimsenin olmadığına inanmıştır...
ve bir münasebetsiz gelmeden ayağa kalkmak istemiştir...
yok eğer düştüğü yerden kalkmayıp üstüne başına bakıp
''hahaha ayyh ben düşene çok gülerim kendimede gülerim şekerim''
diye şen kahkahalar atıyorsa...
kesinlikle ya bir plazada ya otelde ya meydanda düşmüştür etraftaki yağmur gibi kalabalığın
3 ü 5 ide yardıma gitmiştir...
vermek istediği mesaj
''bak bak kendimle dalga bile geçebiliyorum böyle şeyler çoook sıradan''
dır...

sokaktaki can'lara bir kap su birazcıkda yemek vermeyi unutmazsınız değil mi...

birde gruplar üstü acaip insanlar vardır büyükpatron gibi...
düştüğünde avazı çıktığı kadar bağırıp yardım istediğinden
gören görmeyen duyan duymayan toplanır başına...
çevrede ilgilenmeyen 3-5 kişi kalmışsa,
sesinin onlara ulaşmadığını düşünüp daha da fazla bağırır...

yazın arazide düşmüştü...
canhıraş bir feryat koptu
yerde yatmış bacağını tutuyor...
''bittim mahvoldum ambulans hastane ...''
sondajcı paçasını sıvayıp bakmak istedi
feryat figan dokundurtmadı
''pantolonu kesin'' diye bağırıyor...
bizim sondajcıda çok mu acil servis seyretti neyin nesiyse...
bir maket bıçağıyla dize kadar kesti pantolonu...
ne yalan söyleyeyim huyunu suyunu bilmeme rağmen
ben bile
kırılmış ve fırlayıp deriyi filan parçalamış bir kemik bekliyordum...
bir baktık 50 kuruş boyutunda minicik berelenme...
içimdeki chuky böyle zamanlarda harekete geçiyor...
sağlam bi tekme indir şu bacağa 'öyle yaralanılmaz böyle yaralanılır' de diyor...
yinede batikon sürdük...
ama ona yetmedi...
batikonu alıp boca etti o minicik bertiğe...
tepemizde beklediği zaman işin daha çabuk biteceğine inanan mimar işe yaradı bu sefer...
dönüşte arabayı patrona bıraktım mimarın arabasıyla döndüm...
büyükpatronun ne yapacağını bilmek için müneccim olmak gerekmiyor...
arabayı ofise en uzak yere parkedecek....
tüm çarşıyı kesik pantolonu ve özellikle aksamasına itina ettiği bacağıyla ağır ağır bir kaç kez geçecek
her ''vah vah nolduuu'' diyene bire bin katarak anlatacak...
bakıpda ''aa yok bunda birşey'' diyene homurdanıp terslenecek...
nitekim dediğim gibi oldu
ben ofise gittikten 1,5 saat sonra ancak geldi...
o bol bulup döküp durduğu batikon kırmızı kırmızı yol yol akmış bacaktan...
arazide takılıp bacağını sürtmüş gibi değilde sanırsın katliamdan kılpayı kurtulmuş gibiydi...

son hızla çıktım merdivenleri...
balonları bir an önce özgürlüğüne kavuşturup evin dış görünüşünü normaliteye sığdıracağım...
hediyeyse hediye napabilirim içeri alıp sönene kadar onlarla oturacak halim yok...
soruluncada feriş ipi kemirmiş derim olur biter...
ferişe sorup doğrulatacak halleri yok herhalde...
ipleri çözmek için balkona çıktım ip sandığım kördüğüm edilmiş halatımsı birşey çıktı ...
gittim maket bıçağını alıp balkona geldim...
karşıdaki balkongüzeli ''merhaba ''dedi...
bunlar en küçüğü 25 yaş civarında en büyüğü 90 yaşlarında 5 kişilik enteresan bir aile...
2 yıl önce taşındılar...
hepsi sigara içiyor ama evde değil balkonda...
yaz kış sabahları çayını tostunu kapan yine balkonda
herhalde manzaralı daire diye keklediler bunları...
onlarda para boşa gitmesin diye bütün gün balkonda bellerine kadar sarkıp kafalarını sola çeviriyorlar...
çünkü daire ancak o zaman manzaralı oluyor...
sandalyede düzgün düzgün otururlarsa manzaraları bizden ibaret...
neyse kadıncağız merhabanın ardından bir demet balon gösterdi
''sizinkiler çok güzel duruyordu bizde asacağız''
dedi...
süper...
attım maket bıçağını masanın üstüne...
sorun kendiliğinden çözüldü...
küçüğünden büyüğüne bütün saçmalıklar yaygınlaştıkça normalleşir...
bunuda ister iyiye kullanırsın ister kötüye...

ya korkmazsa



korku;
dozu çok önemli bir duygu...
yokluğuda dert...
çokluğu da...
para gibi
rezilde eder vezirde...
kolay kolay taklit edilemez...
mimikden jeste tipik özellikleri var...
korkunun hastalık boyutundaki dozu artmış esir almış karanlık halinden bahsetmiyorum...
o zaten patolojik bir hal almıştır...
daha olası sınırlara çekiyorum...
mesela ödlek insan derttir...
yan yana yürürken bööö diye bağırsalar seni bıraktığı gibi uzayan...
hani şu 1 saniye önce tam yanındayken...
kafanı çevirdiğinde sokağın ucunda ayakları havayı döverek köşeyi dönenin...
kendiside derttir...
getiriside...

yanısıra bulaşıklığını çakma cesaretle kamufle edenlerde derttir...
__vayyy yan baktı çamura yattı
__kimmiş gösterin
__150 kişi birbirine mi girmiş sorun değil ben tepelerim...
...
..
.
diyerek
olay nerde o orda olan kısmısıda vardır...
garson tabağı hızlı bırakmıştır...
suyu soğuk değildir...
arkadaki araba onu hangi hakla nasıl olupda sollamıştır falan filan...
can sıkıcıdır
çünkü bulaşıktır...
çünkü...
olayları durup düşündüğünde
aslında incirin çekirdeği bile henüz çiçektir dalında...
ama...
final hiç değişmez...
ya kendinden biraz kabacasına
ya polise
ya savcıya ya da hakime
__ablam abim ben ettim sen etme
diye diye
kurduğu cümlelerle iner perde...

heee bide korkusuzluk vardır...
ne can kaygısı ne canan kaygısının olmadığı...
doğuştan ilahi çelikyeleği varmış gibi hareket eden...
korkmayan...
ama herzaman kendi belirlediği bir amacıda olmayan...
tehlikeli bir yapı tabi...
zira
kendi belirlediğin bir amacın yoksa ,başkalarının amacını amaç zannetmen an meselesidir...
bu tip korkusuzluk...
korkusuz insanın çevresindekileri tedirgin edici bir hal alır...
zaten muhtemelen onunda patolojik bir nedeni vardır gizli ya da aşikar...

ve evet gerçekten bunların hiçbiri cesaret değildir...
cesaret ; birazda korkmaktır...
omurgan ürperirken sırtını yaslayamadığından...
bir adım atıp meydan okumaktır...
ve cesaret ;
korktuğun halde...
sırf doğru olduğunu bildiğinden...
inandığın için
sana inananlar için...
kendin için
onun için
onlar için
kalmaktır,yapmaktır,direnmektir...

cesaret ;
beynin ''kaç'' emrini ardarda verir...
ve yüreğin kal derken...
ikisi arasındaki olması gereken uyumu kurmak değil
tercih kullanmaktır...
kalmaktır...
o yüzden cesurlar için ''yüreklidir'' denir...
çünkü
tercihleri yüreklerinden yana olmuştur...

korkmayın canım beyin yedeğe alınmıyor bu savrulmada...
sonuçta yüreğin sesi nerden geliyor...
işte sana paradoks :)

korsinin bayıldığım huyu kendi güvenliğini sağlayan dengeli korku duygusudur...
yanısıra
ferişin illet olduğum huyu korku duygusunun olmamasıdır...
mesela...
korsi balkona çıkıp güneşlendiğinde
ben içim gönlüm rahat evde gezinir ya da rapor yazarım
feriş çıktığında ise pılımı pırtımı kitabımı alıp balkona taşınırım...
kargası var yarasası var...
benimkininde
Allah muhafaza ''vayy onlar uçuyor ben niye uçamıyorum ''
demeyeceğinin garantisi henüz bende yok...

korsi ;köpekle kediyle insanla karşılaşınca ne üstüne atlar...
ne de korkup uzaklaşır...
güvenli bir mesafe bırakır ve bekler...
feriş ; bir karış boyuyla efelene efelene üstlerine gider...
işte onun bu korkusuzluğu beni korkutur...

insandada hayvandada böyledir
bi korku duygusu olmayan kaçık varsa yanında yörende...
yani...
her canlıda güvenlik kalkanı olarak olması gereken korku zerresini
ki eşittir can korkusunu taşımıyormuş gibiyse...
sen kendininkinin yanına birde onunkini ekler taşırsın...
yorulursun...

bir gün
ki
günlerden birgün...
komşu Vartuhinin kedisiyle kapıda karşı karşıya kaldı feriş...
o olmayan minicik kuyruk aşağı indi...
bir adım atmadı yanımdan...
tısladı kıhladı yine savundu bölgesini...
olsun yinede o kısa sürede anladım ondaki korkunun gölgesini...
arasıra normalleşiyormuş diye sevindim...

dana kadar bir sarman Vartuhinin kedisi
ismini oğlu koymuş...
hayvanın en başta adında meymenet yok...
''hançer''
hançer diye kedi ismi mi olur...
bunlar giriş katında oturduklarından kedi bir içeri bir dışarı...
bir bakıyorsun bakkalın cips paketlerini indirmiş yere ,açmaya uğraşıyor...
bir bakıyorsun sahilde köpek kovalıyor
bir bakıyorsun yolun ortasına yatmış yalanıyor...
yoruluncada atlıyor cama
2 pati yapıyor Vartuhi açıp alıyor içeri sütü suyu yemeği...
bir uyuyor
üstünde tepinsen dönüp bakmıyor...
hayvanın yüz göz faça ...
her daim savaştan çıkmış gibi...
ee napacaktı yani feriş...

sokaktaki can'lara bir kap su birazcıkda yemek vermeyi unutmazsınız değil mi...

bu hançerin vukuatlarının hangisini anlatmalı...
evden eve nakliyat kamyonunun dışarı sarkmış parçasına tutunup
ordan kamyonun tepesine
ordanda 2 .kattaki dairenin balkonuna atlayıp saatlerce mahsur kalmasını mı...
yoksa...
tasmasıyla sahibinin yanında sakin sakin yürüyen köpeğin bacağına tırmık atıp ...
köpeği panik edip sahibinin etrafında 4 döndürüp...
tasmanın uzatmasını bacaklarına dolayıp...
adamcağızın boylu boyunca yere uçmasını mı...

geçtiğimiz yaz işten erken geldiğim bir gündü...
duş almışım
bir kahve konyak almışım yanıma
bilgisarayımı açmışım
erken gelmenin amacı rapor yazmak olsa da...
bi criminal minds seyredeyim öyle yazayım diyip keyif moduna dönüştürmüşüm bile...
benim oda evin en arka tarafında terkedilmiş bölgede...
ön taraftaki balkon sokağa bakar...
kulağıma kadar geldiğine göre...
sokaktada kıyamet kopuyor...
bozdular keyfimi...
ferişi kucağımdan indirdim ayaklarımıda çalışma masamdan
criminal mindsı pausladım...
salona gittim
balkondan gördüğüm manzara evlere şenlikti...

yolun ortasına yan yatmış patisini yalayan hançer
burnunun dibinde geçmek için klaksiyon çalan araba
ve
o arabanın arkasında kuyruk olmuş diğer arabalar
ee bizim sokağın trafiği tıkanınca bunun ucu iskeleye kadar gider...
hışt pıştt dedim tınmadı...
__hançer kalksana lan ordan
diye bağırdım...
şöyle bir baktı bana...
yalanmaya devam etti...
sokağın karşı taraftaki evlerinden bir iki kafa uzandı
kendi önlerine denk gelen ve durmaksızın korna çalan araçlara...
trafik,hayat,sosyoloji,psikoloji,adab-ı muaşeret dersi vermeye başladı o kafa uzatanlar...
verirler
çünkü bir kısmı hançerin ne halt ettiğini görmüyor
ve en öndeki arabanın niye durduğunuda bilmiyor...

karşı apartmanın giriş katından biri ...
''ben halledicem''
dedi
içeri girdi...
elinde bir kahve fincanıyla çıktı cama
şöyle ucundan atıverdi hançerin üstüne suyu...
güler misin ağlar mısın

zaten kesin atmadan ılıştırmıştır suyu ''üşümesin yavrucak'' diye
bi umursadı hançer üstüne gelen suyu öyle böyle değil...
gökten kovayla yağmur yağarken eve girmeye tenezzül etmeyip sokaklarda gezen
bi kediden bahsediyoruz burda di mi...

öndeki arabadaki adamla kadında o arabanın koltuğuna yapıştırılmış gibi oturuyorlar...
ve kediyi kovalamak için bile inmiyorlar
niye bilmem...
gürültü büyüdü
baktım olmayacak...
öndeki arabaya
__1 dak. bekleyin gelip alıcam dedim...
o arada
Vartuhi alt kattan camını açtı
elinde koca bir uskumru
''hançer gel çocuğum''
hançer anında cama ordanda salona atladı
kapadılar camlarını...

işte adam o anda indi arabadan...
kedifobik midir nedir...
ellerini beline koydu...
her evden çıkmış onlarca çeşit kafaya baktı...
ben kelaynak gibi zaten balkondaydım...
hani bir boşluk sessizlik olur tuhaf irrite edicidir
-sokak çok sesliydi ama seste bile durağanlık vardı-
hani birşey söylemek istersin
ki orda önemli olan söylediğin değil
o duraganlığın kırılmasıdır...

aklıma gelen ilk şey...
adama hançere gösterdiği sabır için teşekkür etmek oldu...
geldiği gibide teşekkür ettim...
aklına güvenmeyecen işte herzaman...
herif çizgi filmlerdeki arıza karakterler gibi saçını , kafasını yukarı yukarı sevdi...
__İstanbulun bütün manyakları bu sokağa mı toplandı beee...
diye avazı çıktığı kadar bağırıp
arabaya bindi ıynnnk diye pati çekip gitti...
kibarlık olsun diye bi selam verseydi bari...

günlerin tortusu


''bu siteye erişim yasaklanmıştır'' yazısını görmekten çok sıkılmıştım...
geçti mi yasak nedir bugün çıkmadı...
ayarla oyna vs.
1-2 günlüğüne gir...
sonra yine sil baştan
belki sakin bir zamanıma denk gelse oyun gibi bile gelirdi...
ve hayır sakin değilim...

zaten canım sıkkın...
sistem,sağlık,beklenen beklenmeyen vs.
yazarım belki bir ara ama şimdi değil...
zorlukların üstesinden gelmeli insan...
böyle öğrendik böyle yetiştirildik...
ve fakat sonra...
benim meşrebimdekiler bu anayolda değilde tali yolda ilerlemeye karar verdi...
bunca yılda karşıma çıkan zorlukların sayısını ben bile unuttum...
tavrım yaklaşık şuydu...
dur ve düşün...
bu zorluğu aşınca ne olacak
bana bir hayrı olacak mı
peki aşmazsam zararı olacak mı
iyide hayrın zararın boyutları ne olacak
hadi bana hayrı yok zararı var diyelim
peki bu üstlendiğimin başkasına hayrı olacak mı...
ben aşarsam bu zorluğu...
arkamdan gelenler bir nebze rahat edecek mi...
ne bana ne kimseye hayrı zararı yoksa bile...
peki hiçdeğilse egoma hizmet edecek mi
diyelim o da yok
peki ben bunu aşmayı gerçekten çok mu istiyorum
veya pislik olsun diye aşmalı mıyım
işte böyle onlarca soru
dakikalar içinde kafamda takla atar
eğer hepsine cevabım hayırsa
-burda sır kelime hepsine-
yapmakta olduğum işte zorluk baş gösterdiğinde yapmakta olduğum işi bırakırım...
bir tanesine dahi cevabım evetse devam ederim
ve hayır akıllardan geçmek üzere olan
yılgın ,kaçak ve müşkülpesent tanımlaması beni tanımlamıyor
zira soru-cevap ve karar anım 2-3 dakikayı geçmez...
olsa olsa işin muhteviyati boş gelmiştir...
ve evet zihin okumalara başladım...
moda zaten şimdilerde...

bak basılmamış kitaplar sildiriliyor taslaklar toplanıyor
eminler yani basılınca kıyametin kopacağına...
netten indirildi noldu...
yahu milletin özene bezene yazdığı hakkaten kuş kondurduğu eserlerin ömrü 3-5 gün günümüzde...
ne kitapmış be bu...
bilmediğim neyi söyleyecekti ki bana...
zorluk diyorduk
sanırım yazılı tarihimizdeki ilk ve tek biricik kitap olma özelliğini elinde tutan
basılmadan toplanan kitabın yazarı ben olsaydım...
taslak oluşturma aşamasında yeminle satır satır ezberlerdim kitabı...
adımı dahi silene kadar hafızamda yer açar yine ezberlerdim...
üstelik bunda zorluk bile görmezdim...
inatta bir murattır...
da
kitapla ilgili son dakika paranoyası yapmayayım şimdi iki sn.de...

zorluk japonyada da var şu aralar
ve muhtemelen devam eden zamanlardada olacak
nükleer santrale karşıyız protestolarına katıldığımızda bize ''vatan haini'' diyenler
kafayı önüne alıp düşünmüştür diye umdum ama...
yine yanıldım...
evinizdede aygaz kullanmayın dediler...
çürütmek için şeyttirmiyorum ama 1.si aygaz markadır ekrandan marka reklamı yapmak
haksız rekabet nedeniyle rtük tarafından yasak...
yasak dediğimiz kavram geniş olmakla beraber bu kanuni tarafından yasaktır...
kanunsa irisinden ufağına herkesi bağlıyor ya da bağlamıyorsa kanundur
ayşeye başka fatmaya başka işliyorsa kanun manun değildir
hee aygaza gelince
evinde patlar mı patlar
ölür müsün ehh belki
sızarsa zehirlenirsin
sızıntı farkedilmez bide tetikleyici girer devreyede en sonunda patlarsa apartman havaya uçar diyelim...
diyelim çünkü genelde böyle olmaz
yanıklar yaralar la çoğu insan kurtulur...
yakın lokalizasyondaki bir kaç kişi ölür...
şimdi bunu nükleer santralle kıyaslamak için
çarpım tablosunu bilene 3 katlı integral anlatmaya çalışmak gibi
bir garabete düşmek istemiyorum...
o yüzden sadece şunu düşünelim...
diyelim buraya kuruldu nükleer santral...
japonyadaki gibi bir depremle vurulmamıza gerek yok
zaten kurulum aşamasında malzemeden tasarruf yapılmıştır...
dolayısıyla haftasına sızıntı başlar...
depremin ardından japonya ; santrallerde kontrolünü yitiriyorsa...
bizde tam tersi en pes perdeden ''herşey kontrolümüz altında''nutukları başlayacaktır...

şeydeki gibi...
hani şu çernobil
hani biz çaylar fındıklar radyasyonlu imha edin diye bağırdıkça...
bir ''emek düşmanı'' demedikleri kalmıştı...
onuda derlerdi de emekçiden korkmuşlardır...
hani ardından
bakanların ellerinde çay bardakları
hüpürdeye hüpürdeye içip'' radyasyon filan yok mis misss '' demeçleri ve görüntüleri verdikleri gibi...
hani ardından çapa -cerrahpaşa onkolojinin karadenizden akın akın gelenlerle dolması gibi...
bak mesela şimdi japonya zararı azaltabilmek için 50 kişilik gönüllü...
ve çoğunu mühendislerin oluşturduğu kamikaze grubuyla santralleri soğutuyor
bu 50 kişi ölecek biliyorsunuz tabi...
işin ilginç yanı onlarda biliyor öleceğini...
az biraz empati kursakda böyle bir tabloyla karşılaştığımızı varsaysak...

sokaktaki can'lara bir kap su birazcıkda yemek vermeyi unutmazsınız değil mi...

bak yine zihin okumalara başlıyorum
akıllardan geçen...
''ne 50 si be bizde 500.000 kişi bulunur gönüllü olarak ölüme gidecek''
olur di mi...
ben 'geçiniz bu hamaset edebiyatını 'diyecem...
aklından 500.000 i geçirenler ''biz kurtuluş savaşını vermş milletiz üzümle çay içerek'' diyecek...
ben
'sen değil dedelerin nenelerin verdi savaşı' diyecem...
o da
''bende onların devamıyım'' diyecek...
essahtan mı
yani biz hakkaten onların torunlarıyız di mi...
hani tohumluk buğdayını o sene sele yele kaptırınca...
ödünç olarak dahi ...
ancak bir önceki yıldan ürününü görüp beğendiği ve kendisine güvendiği komşusundan tohum alan...
dedelerin nenelerin torunlarıyız di mi...
hani mektup yazıp 6 ay sabırla cevabını bekleyen dedelerimizin nenelerimizin torunları...
yani şimdi elimizden cep telofonunumuzu 3 saatliğine alsalar
depresif ruh haline ani geçiş yapıp
seroksatlara sarılmayız di mi...
3 günlüğüne bilgisayarımızı alsalar...
majör depresyonada geçmeyiz...
e iyiii
500.000 kişi demek...
hııı??
hadi anlaşalım...
5000?
500?
50?
5?
1 tane bulunca haber verinde heykelini yaptıralım kurtuluş'un ortasına...

bakınız japonya canını dişine takmış uğraşırken...
evlad-ı osmanlı 24 saat flaş flaşşş diye dönen görüntülerle ibonun başına gelen talihsizliğin arasında...
2-3 dakikalık alt yazılarla ancak öğrendi japonyayı...
hoş tatlısesin sağlık durumundan da önce
sevgililerinin kavgalarını...
hastane bahçesine sevenlerine kurulan çadırları öğreniyordu...
neyseki iyileşti Allahtan...
bende severim bazı türkülerini...
mesela...
''atalım mı barak kızı atalım mı
rakıyıda şaraba katalım mı ''
vardı...
yoksa ''arap kızı'' mıydı
bilmiyorum ama ritm güzeldi...

adaylığı kutlu olsun milletvekili olsun
hatta ilerde başbakan da olsun
niye olmasınki fazlası var eksiği yok...
hiç değilse...
bir iki espri yapar belki şarkı bile söyler
gündem değişir...
akdeniz olur gülümse oluruz fena mı...
olalım...

ama ne yalan söyleyeyim en çok h.uluç ne yazar diye merak etmiştim...
hani garibim defne onda su testilerini çağrıştırırken...
ibo'nun kaleminde yaratacağı çağrışım ne olacak diye merak ettim bir süre...
olmadı onda çağrışım mağrışım...
bende oldu bu sefer...
ferişin girişteki vartuhi'nin kedisiyle olan ilginç iletişimi geldi aklıma...
o da bir sonraki yazıya...