bu sitedeki yazılarımın....kopyalanması,çoğaltılması,yayınlanması 5846 ya göre yasaktır...

sessizliğe mektup



güçsüzü görünce ezen...
güc'ü görünce kafasını eğen ,biat eden...
akşam yattığı fikirle sabaha uyanamayan ,saat başı değişen...
aklı anca kendi hayatını idame ettirmeye yettiği halde...
arzın merkezinden dünyayı yönetmeye kalkan...
altyapısı donanımı olmadığından ,değer yargılarıda olmayan...
kıblesi ;para
rehberi ;riya
hedefi ;şan ,şöhret ,güç ,şaşaa olanlar sayesinde...


ve
''türk'ün bastığı yerde ot bitmez''
diyenlerle
''kürt'ün bastığı yerde ot bitmez''
diyenlerin
kurdukları şer ittifakı sayesinde geldik bugünlere...

dinle bak...
duyuyor musun seslerini
ne çok bağırıyorlar...
heryeri kapasan ...
hatta kulaklarınıda tıkasan yinede duyuluyor sesleri...

korkuyor musun onlar bağırdıkça...
sakın korkma...
onlar senden korkuyor zira...
tüm bu yükselen sesler
dağılımlar ,savrulmalar ,gövde gösterileri niçin biliyor musun...
onlar senden korktuğu için...
o yüzden sen sakın korkma...

cansındır
canansındır
bazen ötelenen bazen itelenen...
ama ille insansındır...
korkuyorsun ya şimdi...
ı ıh sakın korkma...
herşey niçin biliyorsun artık...
onlar senden korktuğu için...

üzülme...
birşey olmaz karıncaya
ağutosböceğinide karıncayıda sevmeye devam et...
ne güç ne de para kazanmaz asla...
senin hem karıncayı hemde ağutosböceğini sevmen kazanacak...
kedileri köpekleri kargaları baykuşlarıda seversin belki...
kendinden başka bir can'a can olda neye olursan ol...

güç ve para...
iktidar yada hırsı ya da hırsın otlakçıları...
işbirlikçileri ,rantçıları...
eğer kazansaydı
bağırırlarmıydı sence hala...
düzen ikilik gibi zuhur etsede sen inanma...
bir kısmı görünür hakimdir dünyaya...
öte kısmı potansiyel hakim iddiasında...

ortalık toz duman göz gözü görmüyor ya bu ara...
hani konuşulmuyor artık ,sadece bağırılıyor ya...
cümlelerdeki zehir ...
kelimeleride kirletti ya...
korkunun izleridir onlar...
ama sen sakın korkma...
onlar senden korkuyorlar zira...

ve aldanma...
kafan karışırsa doğaya dön...
karşı karşıya kaldığında niye bağırır bir hayvan biliyorsun di mi...
korkarsa bağırır...
niye kabartır tüyünü postunu...
korkarsa...
niye tırnaklarını çıkarır...
dişlerini gösterir...
korkarsa...
seni tehdit olarak algıladığında herbiri kendi meşrebince sergiler bunları...
aldanma...

insanın hayvana üstünlüğü falan filan diye boşa kürekde sallama...
tek hücre yetiyor herbirimizin oluşumuna...
yok oluşumuzda aynı sırayla...
beden toprağa kavuştuğunda...
hani katı formunda kavuşuruz ya...
maddenin 3 hali insanda da aynı sırayla dönüşüyor toprakta...
katı -sıvı -gaz...
işte bu sırayla dönüyoruz doğaya...
insan olmak;içini doldurabilmekle anlam bulmakta...

''akıntıya kürek çekme ''
derler...
bilirsin di mi...
boşver...
binlerce yıllık öğretilerdi onlar...
doğanın içinde uyumlu olmanı ,hayatta kalmanı sağlamak içindi...
şimdi boşver hepsini...

kuş gibi bakışın yolu...
ters köşeye geçmenin yolu...
algıyı sağlamlamanın yolu...
akıntının karşı yönüne kürek çekmekte...
peki kaynak nerde...
heh işte daima akıntıya ters yönde...
merak etmiyor musun orda ne olduğunu...

sokaktaki can'lara bir kap su birazcıkda yemek vermeyi unutmazsınız değil mi...

kürkünü kabartan hayvana karşılık...
kürkünü yüzdüğü hayvanın giysisine bürünen var şimdi karşında
korktun mu...
korkma
o korktuğundan...
hayvanı yüzüp postuna bürünüyor bir umutla...

tırnaklarını çıkaran hayvana karşılık...
cüzdanını çıkaranları hatırla...
hayvanın korktuğu zaman korkutmaya çalışmasının amacı...
en temel hakkı olan yaşama hakkını korumaktır...
bu niyet ne kadar asilse...
suçluluk psikolojisiyle korkunun pençesindekilerin korkutmaya çalışması
ise o denli zavallıdır...
o yüzden korkma...

bak gördün mü ne kadar yabancılar...
bu topluma ne kadar uzak ve ne kadar tanımadık...
onlar sanmış ki...
biz kedimize köpeğimize aşağılamak için isim takarız...
ya ismi veya hayvanı aşağılamak için...
oysa...
biz emek ve zaman harcar...
can'la baş'la ona en çok yakışan ...
en güzel ismi bulmaya çalışırız...
köpeğimiz ,kedimiz ,canlımız değerlidir...
öyle her ismi koymayız...
köpeğimize kedimize ''arap'' ismini koymamız bile gündem oldu duydun mu...
kızmışlar bize...
yinede...
boşver sen aldırma...
nerden bilecekler ...
biz ölmüş dedemizin adını ya da soyadımızı at'ımıza veririz...
adını ''hüseyinbey''ya da ''günceri'' koyarız...
hele birde yarışırsa ...
üstüne üstlük birde kazanırsa...
hani o ''at koşar baht kazanır'' sloganı var ya...
hikayedir o...
koşanda kazananda hüseyinbey'dir...
biraz at biraz dede...
biri burda diğeri öte alemde tebrikleri kabul ediyordur...
sence bunu anlarlar mı...
ı ıh anlamazlar...
dedim ya boşver aldırma ...
uzak ve tanımadıklar nasılsa...

bak İlhan Selçuk da gitti...
üzüldün mü...
neyse ki yaşarken unuttuklarımızdan değildi...
belki bir parça rahattır içi...
ne çok korktular ondan da...
halbuki hakkındaki davalara kırgın ve kızgın bile değildir şimdi...
hani karara bağlanamadı ya davalar...
gülüyordur şimdi kocaman ...gittiği yerde...
bak şimdi kitaplarıda baskı üstüne baskı yapar di mi...
hangisi daha çok satar...
2009 da yazdığı ''ergenekon mergenekon'' mu...
yoksa 1985 de yazdığı ''düşünüyorum öyleyse vurun'' mu...
ya da diğerleri mi...
veya hepsi mi...
''düşünüyorum öyleyse vurun''un yeri çok ayrı bende...
bak mesela ne demiş 172.sayfada...

''umutsuzlukların içinde umudunu yitirmeden,
karanlıkların içinde aydınlığı görebilen,en kötü koşullarda bile
inancını koruyabilen kişi ilericidir...
çünkü o,evrensel gerçeği kucaklayabilen çağdaş insanın bilincine sahiptir''


demiş...
ne güzel söylemiş...
ve daha neler söylemiş kitapta...
iyi ki doğmuş varmış ve tanımışız...
üzülme...
ne çok anlam yüklü onun yaşamında...
onu hiç unutmayacak insanlar...
ondan korkanlarıda hiç hatırlamayacaklar...
işte asıl bu yüzden üzülme...

bak birden kitabın sağ üst köşesine takıldı gözüm...
ilk 55 sayfanın köşesi 1 cm'lik tırtık tırtık oyuk...
gözlerim doldu şimdi...
onu da anlatırım 3-4 gün sonra ama bu aralar değil...

hitler'e de kalırdı bu dünya
mussolini'ye de
voyvoda'ya da
fatih'e de
2.katerina'ya da
kaldı mı
yok
hatta gandhiye kalsaydı keşke di mi...
ama ona da kalmadı...

benzemezleri birarada sayınca kırıldın mı...
kırılma...
benzer tarafları hammaddeleri...
özünde ademoğlu ademkızı hepsi...
biri senden korkmadı...
korkmadan yaşadı ve korkutmadı...
ötekiler senden korktu...
korktuğu için korkuttu...
korkarak yaşadı...
korkarak geçti gitti...

lavanta yasemin


dün...
artık tek tük kalmış kolonyacılardan birine
uğradım...
evde lavanta ve yasemin bitmişti...
.......
...
..
.

yıllar önce...
anne -anneanne- yenge üçlüsü birlikte bir misafirliğe gitmeye karar verdiğinde...
o zamanlar henüz...
''çocuk kişiliğini bulsun, istemediği şeyi yapmasın ...
karar alma yetisi gelişsin''
gibi güzelliklerde bilinmediğinden...
kimse dönüp sormazdı bile...
''evladım bizimle gelmek istiyor musun'' diye...
dolayısıyla benimde
'yok be anneanne siz takılın kafanıza göre
bende burda takılırım işte puzzle dı oyundu bi şekilde'
diyecek halim yoktu...
bana düşen...
köpiş köpiş onlarla birlikte gitmekti...

işte o gidilen misafirliklerde önce şeker- lokum -kolonya ikram edilir
yiyecek içecek muhabbeti sonra başlardı...
kolonya için elini uzatırsın...
ne kadar kolonya alır ki o nokta kadar avuç...
evsahibi kadında da sağlam hakkaniyet olurdu çoğu zaman
kolonya istihkakından çocuğun eşit yararlanamadığını düşünüp
bir postada kafana boşaltırdı...

........
.....
...
.

o gün bugün ...
altındamla hariç çoğunu severim alırım...
fujer -menekşe- lavanta- karakedi-iğde -yasemin-çimen-zambak...
severim işte bu koku hafızamın en etkili ajanlarını...
hayatımdan çıkarmamak adına düzenlemede yaptım onlara...
üstüme başıma kafama sürmeden...
onlarada yer açtım ...
ev içi kullanırım ve arada kapaklarını açar koklar yerlerine koyarım...
mesela ampuller bunlarla silinir ısı-genleşme-koku gibi güzellik olarak geri döner...
aynalar bunlardan biriyle silinir...
tüle perdeye püskürtülür...
kötü tarafı yoktur...
iyi tarafı
sanıldığı gibi pahalıya mal olmaz hemen hemen oda kokularıyla aynı fiyata denk gelir...
ozon'umuza zarar vermez...
benim korsiyle ferişi asla rahatsız etmez...

sokaktaki can'lara bir kap su birazcıkda yemek vermeyi unutmazsınız değil mi

yani birazcık uzaktan sevgi...
hani birini çok seversin o da seni çok sever...
kafan karışıverir arada
sevgili olsak mı ki...
dener gibi olursun
baktın bu işin oluru yok tez zamanda cılkı çıkacak...
biraz uzaklık daha hayırlı...
eh yol yakınken
arkadaş -dost- kanka -can- ciğer bir kontenjan açıp montelersin oraya...
heh işte o sağ sen selamet...
devam edersin hayata...

işte bu kolonya aşkımda böyle birşey...
kolonyacı...
lavantayı o pıst pıstlı aletin borusundan atomizörlü bir şişeye doldurdu...
ki bu aleti kullanmak, nasıl çalıştığını anlamak için
içim giderdi çocukken...
yasemin istediğimde...
artık üretilmediğini öğrendim...
hatta bir kaç çeşitde artık üretilmiyormuş...
yurtdışından getirilen hammaddelerin sulandırılıp parfüm niyetine satılmasıyla...
oluşturulan pazar kolonya sektörünü bitirmiş...

oyuncak sektörü,ayakkabı,terlik,toka,parfüm,kumaş,çakma telefon derken...
tuhafiye malzemesinden züccaciyeye kadar çin sayesinde biten sektörlere...
kolonyada eklenmek üzere...
üretip yolladıkları malların ardından ...
niyeti bozup...
30 ar milyonluk kafileler halinde göçe başlasalar...
en az 50 ülkenin insanlarıda ithal'den oluşacak...

sn:Türkiyede 1912 yılında, Süleyman Ferit Eczacıbaşı tarafından izmir'de üretilen kolonya daha sonraki yıllarda ülkemizde sanayi haline gelmiştir...

kurbağasızdere


dünkü yağmurda mazgalları temizleyip su akışını sağlamaya çalışırken...
bir temizlik işçisi kurbağalıdere'den yükselen sel sularına kapılıp hayatını kaybetti...
adı macit mevlutmuş...
sessiz sedasız göçüp gitse de...
görevi başında hayatını kaybettiğinden şehittir ...
değil midir yani..
hoş şehitlik mertebesine karışmak karar vermek kul'a düşmesede...
yinede bir temennidir...

İstanbul'u bilmeyenlere kurbağalıdereyi gözünde canlandıramayanlara...
biraz yardım edeyim...
kadıköyün göbeğinde bir deredir...
kolları vardır üsküdardan maltepeye uzanan...
şerifali deresinden ...acısuya...
çoğu kol ıslah edilmiştir...
ama bu ıslah edilen kollardan bazıları...
ıslah eden dangalaklardan çok masum vatandaşları ıslah etmeye kalkmıştır...

kurbağalıdere dediğimide...
seyhan- ceyhan -maçka -dicle -fırat la filan kıyaslamayın tabi ...
bir zamanlar neymiş neymişde...
uzun zamandır içinden bok akan ...
havaların ısınmasıyla beraber kokudan dolayı
civarından geçilmeyen...
her yeni belediye seçiminin vaatlerinde mutlaka yerini alan...
başkan adaylarının...
''kurbağalıdereyi gezinti ve gezi yeri haline getireceğiz ''
konseptli bir vaadi bulunan
bir garabet deredir...

mesela otobüs yüksekliğince yükselmiş sularla kaplı caddelerin çoğunun...
3 metre ötesi deniz desem...
bilmeyen gözünde canlandıramaz bunu...
bilmediği halde işin teknik kısmına vakıf olan ...
ne bileyim yurtdışındakiler...
yada bölgeyi bilmeyenler inanmaz...
haklılardır...
çünkü inanılacak gibi değildir...
ama ne yazıkki
bu yükselen ve tahliye olamayan suların hakikaten 3 -5 metre ötesi denizdir...

bu alt yapının bu tahliyelerin düzgün yapılması için
mühendislik dehasına sahip olmaya ya da allame olmaya gerekde yoktur...
sadece iki tane gerek ve yeter şart vardır...

1-gerizekalı olmamak
2-hırsız olmamak yani çalmamak ...
neydi ...tevratın kaçıncı maddesiymiş 6 mı 7 mi ne işte ondan...

derelerin ıslahı ...
bizde
derenin kalan yataklarından alan ,arsa kazanıp rant anlamına geldiğinden...
her bir ıslahın arkasından bir çok insanın canı yanar...
küçükyalıda oturan adam bağırıyor...
''20 senedir aynı evde oturuyorum geçen yıl şu dereyi ıslah ettiler...
o günden beri
her yağmurda artık evi yarı belimize kadar su basıyor bu nasıl iş''
tabi yakın geçmişide unutmayalım bkz.ayamama deresi...

bir önceki neslin yaptığını aşmak insanlığın gelişimi gereği...
yapılsa çok iyi olur
da...
yoksa o yeterlilik -akıl- fikir -bilgi -algı...
vicadanı rafa kaldırıp, bir tarafından uyduracağına...
bir önceki neslin başarılı işini örnek alıp taklit edersin...



en basitinden mesela bak cumalıkızığa...
bir ordaki yol'a bir burdaki yol'a
yolun kendine değil ...
döşenen taşların eğimine...
osmanlıdan günümüze kalan köy...
her tarafında dere,ırmak,şelale vardır...
su basıyor mu...
hayır...
bundan bir süre önce çektiğim fotoğraftaki yola dikkatle bakın...

heh şimdide...
İstanbulun ve özellikle son 30-40 yılında oluşturulmuş bölgelerinde
yaşayanlar...
çıkın cama ...
hatta yağmurlu bir günde çıkın...
evinizin bulunduğu sokağın yoluna bakın...
var di mi bir terslik...

emanet


şimdi bu ülkenin devletinin hükümetinin...
ne denli sosyal,çağdaş,adaletli olduğunu görme zamanıdır desem...
hani şu gazzeye yardıma giden 1 yaşındaki ufaklık var ya...
ondan bahsediyorum...
zerre kadar umudum olmamasına rağmen...
yapılması gereken şey ...
devlet devletliğini gösterecek 1 yaşındaki ufaklığı alıp shçek'e e yerleştirecek ...
hepsi bu...
desem...
okyanusu bırakıp damlaya mı takılırım...
damladan okyanusa mı ulaşırım...

şaşırılacak bir şey yok...
ailesi bilerek isteyerek 1 yaşındaki çocuğunu
neler yaşanacağını bile bile bu tehlikeye atıyorsa...
yurda döndüğündede ''bebeğim misyonunu tamamladı'' diyorsa...
devlet olarak alacaksın tabi...
o ailede savunma olarak ''bebek benim ne istersem yaparım''
ın ardına saklanırken...
dinlemeyeceksin tabi...

dinlersen...
1-3-5-15 yaşındaki çocuklarınıda diri diri gömenler...
tecavüz edenler...
dövenler,sövenler...
60-70 yaşındaki heriflere satanlar...
12 yaşında gelinlik giydirip 2 koyun karşılığı satanlar...
geçer karşına ''çocuk benim değil mi ne istersem yaparım'' der
yol olur di mi ...

mevcut uygulamalarımızda var...
annesi bulaşık yıkarken açık bulduğu bahçe kapısından yola çıkan ...
ya da anası kapıda komşularla laflarken arabanın
önüne fırlayan 3 yaşındaki çocuk ezilerek öldüğünde...
kanun uygulayıcı napıyor biliyorsunuz değil mi...
evet elbette sürücü alınıyor alınmasına...
da
yalnız alınmıyor...
çocuğun anasıda ihmalden alınıyor...
geçerli bir savunma bekleniyor...
hee anası çocuğu alıp tem in ortasına oturtup gitmişse
geçerli savunmasıda olmuyor haliyle...

1 yaşındaki çocuğun misyonuymuş...
pehhh...
gelme vururum dedi di mi israel
dedi
vurdu mu
vurdu...
dünya kamuoyu tarafından saldırganlıkta blöfsüz olarak tanınıyor mu...
tanınıyor...
eee?
rahmet diliyorum ölenlere...
de...
çocuğun misyonunu açıklamıyor bu...

sokaktaki can'lara bir kap su birazcıkda yemek vermeyi unutmazsınız değil mi...

evet ailenin adanmış,inançlı ve militan tavrını anlarım...
yetişkinlerin istediği inanca,fikre kendini adama ya da adamama...
tehlikeye atma ya da atmama...
ateşe atlama ya da atlamama
uçurumun tepesinden kendini bırakma ya da bırakmama haklarına saygı da duyarım...
ama...
karar alma yetisi olmayan herhangi bir canlıyı...
çocuk,hayvan,akli dengesi olmayan insanı...
potansiyel bir tehlikeye atana olsa olsa öfke duyarım...

1 yaşındaki bebeğin haklarını en başta yaşam hakkını gözetemeyen...
onu canlı kalkan olarak kullanmakta sakınca görmeyen ebeveyn...
dünyanın tepesinden yardım yağdırsa ne olur yağdırmasa ne olur...
kendi muhtacı himmet kaldıki kime ede hikmet...
derler mi...
derler...
samimi bulunmaz...
niyet şüpheli olur...
eee amelde zaten niyete göredir...

insanlık,hukuk un yanısıra ....
benim baktığım pencereden...
çocuklar mal değildir...
her biri Allahın emanetidir...
besler,büyütür,korur,birey olma sürecinde tüm imkanlarınla yanında yürürsün...
ama ille korursun...
böyle gördüğümden olsa gerek...
Allahın emanetine sahip çıkmayanların...
bambaşka konulardaki sahip çıkışları ilginç geliyor elbette...

çivi


''bir çivi... bir nalı
bir nal ...bir atı
bir at ...bir adamı
bir adam ...bir orduyu
bir ordu ...ülkeyi kurtarır''

ilk okuduğumda da sevmiştim bu veciz dizimi...
üstüne sayfalarca yazılabilecek açılımları olsa da...
özetle
en çok kullanılan düz yaklaşımı...
en küçük parçanın işlevinin kendi başına önemli olması bir yana...
herhangi bir parçanın...
zincirin,birlikteliğin içindeki önemini anlatır...
biraz daha didiklersek...
kıymet bilmenin önemine kadar gider nerdeyse...
ama...
didiklemez ve geniş açı bakarsak...
mutlak başarıya giden yolda en küçük ayrıntının dahi atlanmaması gerektiğini görürüz...

sokaktaki can'lara bir kap su birazcıkda yemek vermeyi unutmazsınız değil mi

güzel ve doğrudur...
ama
bir diğer doğruda...
her kavramın zıttıyla açıklanabildiğidir...
peki o zaman ters köşede ne olur...

mesela...
çoook zaman geçer üstünden...
sular akar köprülerin altından...
bir adam attan düşer...
at gemi azıya alıp dörtnala koşar...
koşarken nal düşer...
çivide naldan kurtulur...
sonra...
tüm ülke kibrit çöpü ışığında çiviyi aramaya koyulur...
nasıl?
ne diyeyim...
Allah kurtarsın...

sn:eski yazılarımı fırsat buldukça altlarındaki eski tarihleriyle 3-er 5 er yayınlamaya devam edeceğim...

bir sondaj ki



bugün onların günü....
bugün 4 ekim....
gidin evinize alın,sarılıp öpün demiyorum....
kapının önüne bir tas su koyun...
evdeki artmış yemekten papara yapın yani bayat ekmekleri içine doğrayın...
atacağınız bir kabın içine koyup kapının önüne koyun...
kimbilir belki elinizi uzatıp kafalarınıda okşarsınız...
unutmayın...bu dünya hepimizin...
onlar sizin himayenize verildi ve yardımlaşmanız için burdalar...
ve bir gün sırası gelince  onlarda hakkını arayacaklar...
unutmayın onlarda haklarını helal/haram edecekler...
bugün 4 ekim...
sedencik...

sondajdayız...
hava artık süper...
ne iliklerime kadar üşüyorum...
ne de sıcaktan feleğim şaşıyor...
Allahım çok şey istemiyorum hava hep böyle kalsa olmazmı...
olmaz demekki ...
neyse...

kayışdağındayız...fazla kalabalık diil canım 9 kişi biz...
5 kişide sondaj ekibi...
gürültü ,kaos,sorular,sorularıyla insanı bayanlar...
yandaki evin pimpirikli ve işbilir sahibi...
adam soruyor ''bu yaptığınız iş ne ? ''
lisan-ı münasiple anlatıyorsun...

__benim eve zarar verirmi...
__yok amca vermez merak etme....
__iyi vermeyin zarar.......ee siz buna rapor veriyonuzmu...
__hee veriyoruz...
__bi tanede bana verin...
__o niye o...
__e yanyana ya ...bende apartman dikerken bidaa paramı vercem size o raporu kullanırım....

yol işte saçını başını...
onunkini diil kendi saçını başını yol..
millet bu işbilirlik bu kurnazlıkla seni düdükleyip apartman dikmeyi düşünürken ...
sen nasıl tavuk kümesi dikemediğini düşün yol saçını başını...

karşıdaki kahveden çay getirttik...çay içiyoruz...
çay bu sefer imamın abdest suyu değil bildiğin katran...
mola ya...çay içmekde adet olmuş ya...
içiyoruz işte...bunu evde içsem kesin kusmuştum...
toplamda kaç kişiydik biz ,,,,meraklısı komşusu seyircisi hariç....
14 di mi....
büyükpatron elinde çay bardağı bulmuş bir mostra dikilmiş tepesine....
tek başına bizden hayli uzakta hayatının muhasebesini yapmakla meşgul...
arada bağırıyor...
''çocuklar bakın bu arkoz''
bana dönüpde
''arkoz ne'' diyen olursa
'git bak' diyorum....
kimse sormazsa ki pek sorulmuyor....
çocuklar alışmış eş zamanlı başlarını sallayıp...

__evet patron arkoz diyorlar....konu bitiyor....
ve büyük patron orda çay bardağı elinde ...
hayatının muhasebesine girişmiş dururken düşünürken...

sokaktaki can'lara bir kap su birazcıkda yemek vermeyi unutmazsınız değil mi...

bayır aşağı 4 nala kulaklar tuaf bir biçime girmiş bir köpek hırlaya havlaya büyükpatronun üstüne doğru koşmaya başladı...
biz orda öölee trene bakar gibi bakana kadar...
köpekle büyük patron arasında 2 metre ya kaldı ya kalmadı...
sanki bakmasak napıcaktık gidip kendimi köpekle patron arasına atacak kadar salak yazmıyor herhalde alnımda....
ben bunca yıl patrona laf anlatamamışım...
ilk defa gördüğüm elin köpeğine nasıl anlatayım...
belki bi husumetleri vardır önceden aralarında çözsünler dedim......
demedim...diyemedim...
patron çay bardağını fırlattığı gibi yaldır yaldır koşmaya başladı...
patron önde... köpek arkada...

Allahım korku insana neler yaptırıyor...
nerden aklına geldiyse...
patron koşarken ayaklarını deşer gibi yere sürtüp..
kalkan toz toprak vs.yi ayaklarıyla arkaya ata ata ...
eşine eşine kaçıyor...
hani köpek korksunda bundan gelemesin diye kaçıyor...
köpek iplemiyor...
hala ipten kazıktan kurtulmuşcasına bunu kovalıyor...
bunlar arazi etrafındaki 1 tam turlarını tamamladılar...
bizim çocuklar gözler pörtlemiş ve tırsmış ...
asla yardım gibi bir girişimde bulunmadan transa geçmiş duruyorlar....

gene ne hayır varsa sondajcılardan varmış...
adamlar...
hooo huuuu bişiler diyerek gittiler...
büyükpatron peşinde 2.turu köpekle bitirip yanımıza attı kendini...
ee 130 kiloyla iyi performanstı yani...

köpek bizlere 1 metre filan kala durdu...
3-5 havladı...
kendi etrafında 1-2 dönüp yere yattı...
kuyruk sallamaya başladı....
hiçbişi olmamışcasına bir anda oyun moduna geçti...
garibim meğer oynamak istermişde seçtiği yol biraz dolambaçlı olmuş...
patron sakinleşti....
sonra ,sondaj elemanlarıyla ahaliye ...
karizmayı bu sefer harbiden çizdirdiğini farketti...
geçti arabaya oturdu...
bense hatayı çantamda taşıdığım mamalardan köpeğe verip...
arkadanda 'canımmm canımm' diye severek yaptım....

sn:iyilik günümdeyim bugün:)
eğer bir köpek size havlayarak da olsa koşuyorsa kuyruğuna bakın...
kuyruk sürekli hareketliyse yanınıza gelince duracaktır...
en fazla patilerini üstünüze koycaktır...
kafasın okşayın,konuşun göz teması kurup gözlerine bakın...
onla sakinleşir gider....
yok kuyruk sabitse yanınıza ulaştığında ve hırlıyorsa göz temasını kesin...
asla gözünüzü dikip bakmayın...
sıkkındır canı bişeye...
hırsını sizden almasın...
ne yapıp edin adrenalininizi yükseltmemeye uğraşın...
siz heyecanlanıp panik yaptığınızda adrenalin salgılarsınız...
salgılanan bu hormon biz insan kısmısı için nötr koku olsada...
köpiş arkadaşlar için...
tehdit olarak algılanıp can sıkıntısı yaratabiliyor akıllı olun yani...

Sedencik-4 ekim-2007

arazi zayiatı



kemerburgazda bir arazi...yemyeşil otlar var hala...
sanki sonbahar uğramamış buraya...
büyük patronla nane aramız...
yola çıktığımızda dalaştık konuşmuyoruz...

yolda giderken sağ şeritten önümüze langırt diye bir araba atladı...
buna sollama diye sağlama denir heralde...
büyük patron sıyırdı yine ...
''ben buna vurmazmıyım şimdi''
diye gazı kökledi...
sakin kalmaya çalışarak...

''vuuur nolcakki...o araba nerden baksan 200.000 ytl...
sen arkadan yamandığın için nasılsa kasko çamura yatıp...
yok eskime payı yok bilmemne... ödemez bu parayı...kuşa çevirir...
eh bizde çalışır çabalar şu öndeki salak herife yeni araba alırız ''
dedim...


arkadaki elemanlar kikirdedi...
kikirdeyince onlar...
film koptu...
patronda dönüp bana tısladı...
yani özet bu...

sonra kös kös bir yolculuk yaptık....
araziye geldik yemyeşil...
beklemedim kimseyi...
1 saatte ancak taşırlar aletleri ,arabayı yerleştirirler filan...
araziyi keşfetmek için indim aşağı...

3 adım attım bileğime kadar gömüldüm çamura...

nasıl burası böyle bataklığa döndü bilmiyorum...
çocuklara seslendim...
''araştırın şunu atık su falan mı ''diye...

değilmiş...güzel...
arabaya döndüm...
bagajdaki yedek botlarımı giyeceğim...
garip di mi ota boka sinirlenirimde ...
böyle şeyler umurumda bile olmaz...
neyse...
aradım bagajı...yok botlar...



__patron botlarımı bulamıyorum nerde....
__hmmmm...
__''hmm''ne demek ya çamur içinde kaldım...nerde bagajdaki botlarım...
__ordadır...
__yok işte...
__şey...
__şey ne ??
__geçen gün evin önünde arabayı topluyordum bagajı filan temizliyordum...
__eee..
__bir çocuk vardı çıplak ayaklı falan...üstte yok başta yok dileniyor...
__ee patron?
__işte ona verdim...
__nee?
__ee üşüyordu çocuk...
__tek tek geçelim şu olayı...sen şimdi benim botlarımı sokaktan geçen birinemi verdin...
__verdim arabadaki yağmurluğuda,kendi eski kazağımıda verdim yazık bu soğukta donuyordur o kılıkla...
__ben iskelede böyle bir çocuğu bir haftada iki kere giydirdim...
3.yüde giydircektimde Allahtan karşıki dönerci delimi oldun napıyorsun o giyinik olursa kimse para vermezki ona özellikle öyle giyiniyor diyip gaflet uykusundan uyandırdı beni...
elbette ekselansın kıyafetlerini götürmüştüm...

sokaktaki can'lara bir kap su birazcıkda yemek vermeyi unutmazsınız değil mi...

__iyilik be bu iyilik hiç hayrımız olmasın mı yani kötü müsün sen....
__evvetttt kötüyüm ben kötüyüm ...kötüyüm kötüyümmmm
__yahû çocuk üşüyordu diyorum sana....
__aaa fazla ama bu kadarı he...
yap patron istediğin iyiliği yapda hani benim malımla yapma hı...

bak bunun için acaip güzel laflar var canım türkçemdede...
hadi vurmayalım belden aşağı....
el atına binen tez iner diyelim ...
el ağzı ile çorba içilmez...diyelim...
sesleri yükseltip elemanlara reklam olmadan kapatalım aramızda şu işi hı
 __alt tarafı bi bot be tamam alırız yenisini...kaç kuruş?
__dimi....adamakla mal tükenmiyor yani...olmaz sen parasını ver ben alırım...
__aybaşında veririm kaç kuruş...
__200 kâât.....
__yok deve...
__deve diil canım  ...cat...benim botlarım cat di..
__iyi ama eskiydi...
__işte o senin sorunun...elbette eskiydi o yüzden arazide giyordum zaten ...
sayende yenilenmiş olcak...
üstelik senin dilenci ufaklık ,ayağında cat' lerle dilenince kafasına yiyecek bişi...

buldum bagajda lağımcı çizmesi gibi bir çift çizme ...
ayağıma 3 numara büyük geleninden...
işi bitirdik...
şimdi ellerimi ovuştura ovuştura ayın birini bekliyorum...

sn1:en üstteki resmin kemerburgazla uzaktan yakından alakası yoktur...
kemerburgazın yarısı sosyete yarısı çöplüktür...
az birazda normal insanlar oturur...
sn2:ortadaki resim için...ne alaka diyen varsa ordaki kirpi ben oluyorum...

Sedencik-temmuz-2007