bu sitedeki yazılarımın....kopyalanması,çoğaltılması,yayınlanması 5846 ya göre yasaktır...

düğme vakti



sürekli el yıkamak...
sonra bunu sayıya kilitleyip onyüzbinmilyon defa yıkamak...
prizde takılı bir alet olup olmadığını kontrol etmek
evden çıkarken defalarca ocak, doğalgaz,elektrik ,buzdolabı kapısı kontrol etmek...
kapı kilidini kontrol etmek...
yarı yoldan eve geri dönüp bir daha kontrol etmek...
ütüyü prizde bırakıp bırakmadığını içi bayılana kadar gidip gelip kontrol edip...
en sonunda evden saatler sonra çıkabildiğini görüp...
ütüyü su saatinin içine koyup işe gitmek...
dışardan bakınca saçma gibi gelse de...
ki
yapanada çoğu zaman saçma geliyor...
yine de yapan için bir açıklaması vardır...
ilerlemesi halinde hayatı çekilmez kılmasını şimdilik bir tarafa bırakırsak...


sürekli ortalık toplamak düzeltmek düzenlemek simetri tutturmak...
kafasının içini düzenleyemeyenin etrafını özenle düzenlemesiyse...
her sabah evin tüm camlarını silip...
her gece yatmadan öncede bütün halıları silmek
ve
savaştan çıkmış gibi yatağa gitmekde...
aslında cam ve halının taşeronluğunda
ruh arındırma seanslarından birini daha başarıyla bitirmek olmalı ...
bak her şeyin mantıklı bir sebebi var
yeter ki minare kılıf bağıntısı çalışır durumda olsun...




mesela bende de klozet kapağı takıntısı var...
evden çıkmadan defalarca ...
gece yatmadan da onlarca kez kontrol ederim...
evet kapalı olmalı
ve
hayır hijyenle uzaktan yakından alakası yok...
nedeni belli
kedi...
bunlar böyle dana kadar halleriyle bir gün kapıyı çalıp gelmediler eve ...
yolda belde dağda anasız babasız kimsesiz kalmış bulduğumda 2 parmak kadardılar...
evde başında kendi anası olan kedi yavruları herzaman konfordur...
sen canın istedikçe alıp seversin onun haricinde bütün bakım eğitim anasının sorumluluğundadır...

o mırmır lisanı ile anlatır kablonun kemirilmeyeceğini klozete çıkılmayacağını ...
balkondan sarkılmayacağını...
su kabının patileri sokmak için değil...
içmek için olduğunu...
anladılar anladılar...
anlamadılar mı tepeler yine anlatır...
da
işte başlarında anası olmayıca benim gibi klozet kapağı takıntısı geliştiririrsin...
bunların herbiri 150-200 gr ağırlığında ve iki parmak boyundayken
bir gece kafamı yastığa koyduğumda vizyonda gördüğüm
maazallah...
açılmış bir klozet kapağı ve tepe üstü içine düşmüş feriş
gider borusundan gitmek üzere olan korsi idi...


elbette gecede 10 kere kalkıp kapak kontrol eder olmuştum...
sabah çıkarkende kapıdan 20 kere döner oldum...
uyku kalitemin bozulduğunu...
zamanın savrulduğunu anlamak...
ve...
bunun artarak değişip dönüşerek gelişeceğini öngörmek içinde müneccimle mesai gerekmiyor...
sonunda
balkondaki büyük kaktüs saksısını kapağın üstüne koyarak çözmüştüm o dönem...
dikkat edin vazgeçtim değil...
o dönem için çözdüm...
beter bir durumdan tahammül edilebilinir yeter'e yumuşak geçiş...


tuhaftı tabi...
evde tuvalete giren herkes önce o koca saksıyı alıp yere koyuyor sonra kapağı kaldırıyordu
çıkarkende aynı işlem...
büyüdüklerine inandığımda kaldırdım saksıyı...
şimdi bunun mantığı var mı...
aslında yok
150 grlık ve yürürken 4 bacağını henüz koordine edemeyen...
kulağını kaşımak istediğinde destek vermezsem dengeyi kaybedip sağına soluna devrilen...
yavru kediler...
elbette kapak mapak açamaz...
kaldı ki boyuda yetişmez...
büyüyüncede zaten akıllanır kendisi yapmaz...
akıllı hayvandır kedi milleti...


birde büyükpatron gibi takıntıları 6 ayda bir değişenler...
takıntı üstüne eklenen takıntılar
bugün olup 6 ay sonra hop diye gidenler...
mantar gibi durduk yere bitenler var...


sürekli gidip geldiği yerlerde kaç basamak olduğunu sor...
kesinlikle saymıştır
diyelimki can sıkıntısından basamak sayıyor...


araba park edildiği zaman kilide güvenmez...
bagaj dahi tüm kapılar arabanın etrafında ille 3 kere dönerek tek tek kontrol edilir...
bu kontrol beraberinde güç denemesinide içerdiğinden
sık sık iflas eder o kilitler...
diyelim adam arabasına düşkün ciddi ciddi o hurdanın çalınmasından korkuyor...


bir kaç sene önce ofisin camına kapısına taktı...
her akşam kapı cam ittire kaktıra iyice sıkıştırılarak kapatılıyor
eller yaralanıp bereleniyor...
her seferinde canı yandıkça bağırıp küfrediyor...
o kapı cam kollarının belli aralıklarla kırıldığını ve değiştirildiğini söylememe gerek var mı...
hee birde sayısı vardı 10 kere...
yani camın kulpunu tutuyor bıdı bıdı 10'a kadar sayıp 10 defa açıp kapatıyor...
peki...
bu da 6. kattaki ofisteki kedileri koruma gayreti olsun...

sokaktaki can'lara bir kap su birazcıkda yemek vermeyi unutmazsınız değil mi...

e ne var bunda kontrol-koruma denir denmesinede...
sayılara dikkat...
zaten bütün sır o sayılarda
eylemi için uygun gördüğü sayı neyse o...
5 se
4 olmaz 6 da olmaz...
bik bik edip kafasını karıştırsan sayıyı şaşırsa başa döner yeniden sayar...


da...
işte...
3 ay önce düğmelere taktı...
işte bunun kılıfını bulamadım...
sürekli gömlek düğmelerini kontrol ediyor...
kontrol öyle ayna karşısında bakarak
yada kafasını eğip bakarak eliyle yoklayarak filan değil...
basbayağı o bit kadar düğmelerin...
ilikle tam olarak örtüşüp örtüşmediğini çekiştirerek anlayarak...
düğme sağlamlığını ise düğmeyi parmakları arasında çevirip kırılıp kırılmayacağını test ederek yapıyor...
sapasağlam duran düğme o güce dayanamayıp kopuyor kırılıyor...
ve yeni bir sayfa açıyor bağırıp küfretme konusunda...


biriken işleri hafifletmek için ekibi ikiye bölüp paylaşmıştık...
geçtiğimiz pazartesiye kadar bulgurluydu benim üstlendiğim arazi...
rahattım keyfim yerindeydi...
pazartesi akşamı ofise dönünce baktım yine düğme kontrolünde...
__patron istersen bir doktora götüreyim seni
__hangisine
__ortopediste gitmeyecez herhalde......
__kime gidecez
__bak valla sende o.k.b. var gibi onu tedavi edene gidecez...
__o ne be...
__obsesif kompulsife bozukluk...
__yani ?
__yanisi şu...
senin saçma olduğunu bile bile düşünüp düşünüp sonra düşündüklerini yapman...
ilerletip sayılarla ilişkilendirmen o.k.b. gibi duruyor...
zaten bu hastalıkda potansiyel potansiyel başlayıp kinetik kinetik devam ediyor...
__saçmalama napacak yani dr. şu divana uzan çocukluğunu anlat filan mı ?
__cıkss vakit nakittir patron az sedatif bol seratonin sonrası mis...




kafayı havaya kaldırdı saçındaki kuyruğu şöyle bir savurdu...
__insan karşısındakini kendi gibi bilirmiş kendin git...
dedi...
'çoktan çöktü o mantık' derken...
baktım...
bir ''hıh''demesi eksikti o da kusur kalıverdi...
hayır şimdi bu üstencilik...
hafif kibir ...
kedilerin tehdit algıladığında tüylerini kabartıp kendini büyük yapmaya çalışması gibi
bir hareket olan...
''hıh''hareketini
ufak tefek biri yapsa 'hadi neyse' diyecemde...
120 kiloluk biri yaptığında...
ı ıh olmuyor...
yahu ben zaten adama bakmak için kafamı yukarı kaldırıyorum...
birde kafayı arkaya atıp ''hıh'' hareketi başlattığında...
tamamen görüş alanımın dışında...
hedef ıskalandı yani...


düşündüm...
__tamam o zaman belki içine chucky kaçmıştır okuyup üfleyelim...
dedim


birşey olmadı sadece salıdan beri tuzla civarındaki arazideyim...
hayır yani ne dedim ki...
yalnızca gün içinde sayısız kere gömlek düğmesi kontrol etmesindeki mantığı anlayamadım...
mesela...
işlevi olmayan lanet düğme kopmuş...
ceket ya da hırka veya tunik...
bakarsın örtme kapama gibi bir işlevide yok...
geri kalanlarıda sökersin olur biter...
hadi neyse ki...
büyükpatron işlevi olan gömlek düğmesinin kopmasından kırılmasından korkuyor...
iyide niye...
yani tut ki bırttt diye kopuverdi düğmelerin hepsi birden...
nolcak...
teleobjektifli paparazziler mi bekliyor seni sağda solda...
tut ki bekliyor...
görüntü ne...
angelina joli misin sen...
ne çıkacak o gömleğin altından be mubarek hı...





ekin idim oldum harman




Ecel gelir Hak'tan ferman
Can çekilir kalmaz derman
Ekin idim oldum harman
Savursunlar yele beni


Gayet güzel yağan,sonra canı sıkılıp duran...
sonra yeniden başlayan bir yağmur.
Puslu hava...
arazidede üşüdüm zaten.
Erken döndüm eve...
ısınma amaçlı sıcak bir duş aldım ve elbette daha çok üşüdüm...
ateşim mi var ne...
yoksa boğazımda mı yanıyor...

gidiyor kalktı göçümüz
gülmez, ağlamaz içimiz
insan olmaktı suçumuz
hasan dağı, insan olmak



hiç önemli değil...
bu serin havayı yaşadım üstüme birşeyler alma ihtiyacı duydum ya , gerisi boş...
bir kitap lâzım bana...
elime alıp satır satır okuyacağım...
15-20 sayfa sonra bir şey anlamadığımı görüp başa döneceğim anlamayacağım bir kitap ...
hep başa dönmemi sağlayan bir kitap lâzım...
gözlerim yorulsun ,bedenim yorulsun ki ...
beynim durulsun...
İşte bu yüzden anlamayacağım ya da umursamayacağım satırlar lâzım.

Şu karşı yaylada göç katar katar
Bir güzel sevdası serimde tüter
Bu ayrılık bana ölümden beter
Geçti dost kervanı eyleme beni

Gider isem bu il sana yurt olsun
Münafıklar aramızda kurt olsun
Ben ölürsem yüreğine dert olsun
Geçti dost kervanı eyleme beni

soğuktan kakırdasam,elim,ayağım burnum donsa...
gık demem...
doğru tespit ben sıcağı sevmem...
hemde hiç sevmem...
metabolizmam tepetaklak olduğu gibi ruhumda olumsuz etkilenir sıcaktan...


kalın birşeyler giydim...
kitabımı aldım ,deli deli esen rüzgara verdim kendimi...
kitabı merak ettiniz di mi...
osmanlı mutfağı...Türabi efendi...
elbette başka sıkıntım kalmamış gibi gidip de bu kitabı almadım...
geçen yıl tüyapta bir yayınevi hediye etti...
adet yerini bulsun diye okur gibi yapıyorum...
elbette sorun kitapta değil,bende...
ve
şans işte açtığım sayfalarda...
sakatatlı yemek tarifleri çıktı önüme...
10 gün çıkmaz şimdi aklımdan...
otururken hatta yemek yerken gelir aklıma ki , salata bile yiyemeyeyim midem bulansın diye...

Nesini söyleyim canım efendim
Gayrı düzen tutmaz telimiz bizim
Arzuhal eylesem deftere sığmaz
Omuzdan kesilmiş kolumuz bizim

Benim bu gidişe aklım ermiyor
Fukara halini kimse bilmiyor
Padişah sikkesi selam vermiyor
Kefensiz kalacak ölümüz bizim

Serdari halimiz böyle n'olacak
Kısa çöp uzundan hakkın alacak
Mamurlar yıkılıp viran olacak
Akıbet dağılır elimiz bizim

içerde bir yerlerde remziye var ...
ortalığı topluyor veya temizlik yapıyor...
geçenlerde içi yünle doldurulmuş 3 koca yer minderini söküp
yünlerini yıkayıp kurutup ,doldurup tekrar diktikten
sonra...
evet niyet iyiydi de


sonrasında ...
yünler tam kurumamış herhalde...
küflenmiş mi birşeyler olmuş...
puf puf bir malzeme var yastıklara konan...
ondan almış ...
şimdi onunla uğraşıyor...

Cennet cennet dedikleri
Birkaç köşkle birkaç huri
İsteyene ver anları
Bana seni gerek seni

kendime garip bir çay yaptım kuşburnu ,adaçayı ,nane,çubuk tarçın ,zencefil...
ondan bir bardak aldım...
ve elbette müzik dinliyorum...
sonra
demliğe bir tane karanfil attım...
niye attım bilmem,görünce aklıma geldi herhalde...
2. bardak berbat olmuştu...
içemedim döktüm...
çalışmam lazım...
bir sürü evrakla dökümanla uğraşmam lazım...

Gel benim sarı tamburam
Dizler üstünde yatıram
Yine kırıldı hatıram
Ben anın'cin inilerim

 eskiden yağmur yağınca...
burnumu cama yapıştırıp saatlerce hayran hayran seyrederdim...
meleklerin gözyaşları olduğunu sanırdım...
şimdi ise yağmaya başlayınca
kuraklık varsa
'acaba barajlarda az da olsa bir birikme varmı' ?
kuraklık yoksa
'şimdi hangi ıslah edilmeye çalışılınıpda edilemeyen dere taştı
ölen kalan var mı'
diye düşünürken yağmurun keyfinide ıskalar olduk...

sokaktaki can'lara bir kap su birazcıkda yemek vermeyi unutmazsınız değil mi...

tuhaf bir durum bu...
en sevdiğin pastadan bir çatal alacakken
şimdi bunun içine hangi ucube yağı koymuşlardır ki diye düşünüp geri bırakmak gibi...


eline aldığın meyvayı ısırdığında şeytanın kulağına
'' hormon varmı hormon ''diye fısıldayıp
boğazında kalması gibi...
tadına varamama durumu...

zahid bizi tan eyleme
hak ismin okur dilimiz
sakın efsane soyleme
hazret'e varır yolumuz

başımda dikildi Remziye...


__al bu ilacı iç...

elinde tavuk yumurtası kadar birşey...


__bu ne remziye
__gripin ,bilmiyon mu...
__nerden buldun bunu...
__bende bir sürü var...çantamda dolu,iç iyileşirsin...
__Allah razı olsunda ...asıl bunu içersem giderim öbür tarafa ,bu ne be yutulurmu bu...
__yutulur tabi çocuklar bile yutuyor...istersen iğne yapayım...
__yok artık deve...ne iğnesi be onu da mı yapmayı biliyorsun...
__hee tabi ...benimki askerde sıhhiyeciydi,orda öğrenmiş banada öğretti...

eh böyle yürüyor demekki işler,
oyuncuyla evlenirsin oyuncu olursun
gazeteciyle evlenir ,gazeteci olursun...
şairle evlenir,şair olursun...
siyasetciyle evlenir milletvekili olursun...
remziyede sıhhiyecilik öğrenmiş demek...

ne gam...


___türkü de mi bunlar kim söylüyo...
__Ruhi Su ...bilirmisin...dinledin mi daha önce...
__yok bilmem ama sesi çokmuş gürmüş...
__çoktur çok..

sayılmayız parmağ ile
tükenmeyiz kırmağ ile
taşramızdan sormağ ile
kimse bilmez ahvalimiz

öğrenciydim Ruhi su öldüğünde...
bazen bir kişinin kaybı çok azaltır dünya nüfusunu...
böyle bir kayıptı...
boşluk yaratanlardan...
resitalleri zorlu izinler sonucu gerçekleşirdi...ama bu da yetmezdi...
gelenlerde zorlu uğraşlar aramalar sonucu girebilirdi salonlara.
eh cenaze törenide bu zorlama durumdaki zorlukların devamı oldu zaten...
yıllar geldi geçti...
çok sular aktı köprülerin altından...
türküleriyle ayna tuttuğu insanların bir kısmı tanımıyor bile...
tanımaz elbet...

 Ben varmam inekliye
Yoğurdu sinekliye
Allah nasip eylesin
Omuzu tüfekliye

ünledim ayşe diye...
odayı döşe diye...
ünledim fatma diye
kaşların çatma diye...



resitallerde ayşe-fatma diye özüne sadık olarak başlar sonra kendisine eşlik eden bazı öğrencilerinin ya da yetiştirdiği korodakilerin adını
söyleyerek eklemeler yapardı Su...
kimbilebilirki yaşasaydı başka tamamlamalarda yapılırdı belki...
22 eylül 2007

 sn1:yukarda birbirbirinden kopuk gibi duran dörtlükler...
20 eylül 1985 de kaybettiğimiz ustanın
''ekin idim oldum harman ''albümündeki eserleridir...
Pir Sultan Abdal'dan Serdari'ye...
kendi çalışmalarından,Yunus Emreye uzanan geniş bir yelpazededir...
ölüm yıldönümünde anarken ustayı...
türküleri birde bu yorum ve bu sesten dinleyin derim...

 sn2: Mehmet Ruhi Su, 1912 yılında Van'da doğdu.
Memur olarak çalışan babasının tayini ve ataması vesilesiyle Van'a yerleşti
ve çocukluğunun büyük bir bölümünü burada geçirdi. Genç yaşlarda babasını ve
kısa zaman sonra da annesini kaybetti. Çocukluğunun geri kalan ve gençlik yıllarını
yanlarına verildiği yoksul bir aile ve daha sonra da öksüzler yurdunda geçirdi.
Adanada okurken, Ankara'ya Müzik Öğretmen Okulu'na (Musiki Muallim Mektebi)
girmeyi başardı.
1942 de Ankara Devlet Konservatuarını`nın Şan bölümünü bitirdi.
Aynı yıllarda sırasıyla Ankara Cebeci İkinci Ortaokulu`nda sonra Hasanoğlan
Köy Enstitüsü nde müzik öğretmenliği yaptı.
Cumhurbaşkanlığı Orkestrası na seçildi,
konservetuarın opera bölümünde de okudu ve daha sonra da Devlet Operası nda çalıştı.
Türk Opera Sanatı'nın temelinde Ruhi Su'nun da katkısı büyüktür.
Ankara Radyosu`nda onbeş günde bir yayınlanan türkü programları düzenledi; Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi`nde büyük bir koro oluşturdu.
1951 TKP tevkifatı dolayısı ile hapis yattı. 1960'ta İstanbul da
Taksim Belediye Gazinosu nda sahneye çıkan Ruhi Su,
bir yandan da halk türkülerini kaydedip, arşivleme görevini üstlendi.
Bu arada radyoda da 'Basbariton Ruhi Su Türküler Söylüyor' anonsuyla sunulan
bir radyo programı yaptı. Bu programlardan birinde söylediği
"Serdari Halimiz Böyle N'olacak? Kısa çöp uzundan hakkın alacak" türküsü nedeniyle radyodaki
işine son verildi.
Söylediği türkülerdeki siyasi vurgular yüzünden aleyhinde kampanyalar başlatılan
ve işini kaybeden sanatçı, türküleri derleyip, yeniden yorumlama işine kendi başına devam etti.
1975'te Dostlar Korosu’nu kurdu.
Aydınlara türkü dinlemeyi öğreten kişi olarak da bilinir.
Ruhi Su, 12 Eylül yönetiminin engellemeleri yüzünden yurtdışında tedavi şansı bulamadı
ve 20 Eylül 1985'te öldü. Mezarı İstanbul Zincirlikuyu'dadır.
Ruhi Su'nun cenaze
törenine binlerce kişi katıldı ve cenaze 12 Eylül döneminin ilk büyük kitle
gösterisi haline dönüştü.
Cenazede gözaltına alınan 163 kişi İstanbul siyasi şubede
15 gün süreyle gözaltında tutuldu.
alıntı-wikipedia

dipten gelen dalga***



kararsızlar...
yani...son 48 saatte ya da sandık başındaki 48 sn.de karar veren kararsızlar mı...
veya
yandaş evetçiler
onlardan etkilenen , görüşü bulanık ...
rüşvet veren... tehdit eden evetciler...
tehditin eş anlamlısını demokrasi zanneden evetciler mi...
veya...
yanısıra
Atatürkcülüğü istiklal marşı ve ''gençliğe hitabeye'' indirgemiş...
kardeşi makbuleyle karga kovalamasında takılmış kalmış...
bir tık yol almamış...
didaktik , itici hayırcılar...
mı ?
hangisi...
kim belirledi sonucu...

peki...
haftalar önce bir gazetenin...
''adres değişimin nedeniyle büyük ihtimal oy bile kullanamayacaksın''
içerikli...
ve...
alaylı uyarısını ciddiye almayan Kılıçdaroğlu'nun hakikaten oy kullanamaması ne yarattı...
hayal kırıklığı mı...
gönül yorgunluğu mu?
neydi şimdi bu...
darmadağınıklık mı...
davaya olan inancın büyüklüğünün tek bir oyu önemsememesi mi...
ya da
davaya olan inançsızlığın boşvermişliği mi...
bunu da bir ara sorsun chp ye oy veya gönül vermiş tabanı ...
sonucu paylaşırlarsa bende öğrenmiş olurum...
tebrik ederim iyi başarıydı...
dilerim hatasıyla sevabıyla bu başarının arkasında durur sonucu belirleyenler...

ve asıl ...
yorgunlukları elle tutulur hale gelmiş 12 /15 dev adamı tebrik ederim...
ve kesinlikle...
Hido'yu klonlayalım bir ara...

sn:*** ''dipten gelen dalga'' İlya Ehrenburg'un muhteşem üçlemesinden biridir...
baskısı varsa halen tavsiye ederim...



körler gezegeni ***




nerede olduğumuzu bilmiyoruz ve dünya tehlikelide olsa güzelliği ile büyüleyici...
leke gibi bir görüşü olan ve kaybolmuş bir adam için bile,burada şu an,sadece ayakta durmak
ve yaşayan bir sirk gibi havayı içine çekmek;
mutluluk gözyaşları bunlar için...
bir istasyon görevlisi beni trenime götürmeyi öneriyor...
onun dirseğini hafifçe tutuyorum,
Corky yanımızda bizi izliyor ve binanın altındaki tünellere iniyoruz...
bir yabancıya güvenmeye karar verdim...
körler gezegenine hoşgeldiniz...sf:1

körlerin dünyasıyla ilk tanışmam yıllar önce bir kör kedi yardımıyla olmuştu...
evet farklı bi dünya olduğuna inanırdım...
o kediyle tanışana kadar...
sırları olan gizemli bir dünyaydı varsaydığım karanlık...
tanıştıktan sonra ise...
sessiz ve rengarenk karanlıklardan örülü diye düşündüm...
kedi...
bir yakınımızın bahçesine bırakılmıştı ...
yavruydu ve doğuştan kör değildi ...
veterinerin söylediğine göre
insan eliyle kasıtlı olarak kör edilmişti...
veterinerin ; olayın şekli ve nasıl yapıldığıyla ilgili fikirleri olsa da
bunları hatırlamak beni üzdüğüne göre
yazmamda sizi üzer...



Iowa üniversitesine kabul ediliyorum...
bir hafta sonra ilk kör danışmanım olan Barry tarafından ziyaret ediliyorum..
o,kendine çok güvenli ve nazik biri...
katlanan beyaz bir baston taşıyor...
bazen bastonu kaldırım kenarları veya merdivenleri bulmak için kullanıyor...
diğer zamanlarda menteşeli bir ölçme çubuğu gibi düzgünce katlıyor ve cebine koyuyor...
hiç onun gibi birisini görmemiştim...
o,biraz çaba ile okuyabileceğimi düşünen bayan Edinger'den sonraki hayatımdaki ikinci melek...sf:84

ama...
kısmen olumlu tarafı...
evdeki 3 kedisi,eşi ,2 çocuğuyla sakin yaşamakta olan bu yakınım...
1 sn. tereddüt etmeden
''bu yavrucağı almaz şimdi kimse evine ...sokakta ise hiç şansı yok o halde ben alayım
bakalım nasıl becericez bu işi ''
demesiydi...
birbirlerinin yerine oturmak için türlü atraksiyon yapan evin kıdemli 3 kedisi
bu ufaklığı önce yok saydılar...
ki kedi besleyenler bilir...
eve yeni gelen bir ufaklığın kıdemli kediler tarafından yok sayılması bile ...
kıdemliler tarafından gösterilen bir lutuf ve az zaman sonraki barış ortamıdır...
ilerleyen günlerde oyunlarına almadılar ama kolluyorlardı...


öğretmenlik yaptığım yedi güzel yıldan sonra üniversitenin kesintileri nedeniyle işsizim...
alacakaranlıkta uyanığım,titriyorum ve korkuyorum...
beni kim işe alır?
kör bir şairi kim işe alır?
şöyle bir ilan gözümün önüne getiriyorum:
''resmi ziyafetler için kör şair aranıyor...
belleğinden kültürel değerleri içeren öyküler anlatırken,yiyip içip keyfine bakan konukların
gözlerinden yaş getirmeli
ayrıca yaylı çalgılar ve şarap tadımı konusunda bilgisi olmalı'' sf:119




uzun süre görmedim...
aradan 7-8 ay geçtikten sonra gördüğümde...

ufaklık kocaman bir kedi olmuş ve artık tüm oyunların içindeydi...
eve dışardan gelen bir insan ancak söylenirse farkederdi körlüğünü...

kütüphanenin üstüne çıkar oturur odaya giren çıkanı ...
görmeyen gözleri ...
ama
duymanın yanısıra gören kulakları ve bıyıklarıyla takip eder...
koşarak yemeğine gider...
koşarak kütüphanenin tepesine çıkar
evin her bölümünü her mesafeyi başarıyla,hızla katederdi eşref...



bugün yerleri elektrikli süpürge ile temizlemeyi göstermek için bir sosyal yardım uzmanı gelecek...
sosyal yardım uzmanı yakın olan hiçbiryerde ben ise uzaktakindeyim...
o konuşup elektrikli süpürgeyi tutan elimi iteklerken...
ben kafamın içinde muhteşem yeşim bir fil yontuyorum...
benim çaresiz olduğumu düşünüyor çünkü yerlerim kirli...
kendi başıma alışveriş yapabilmemin mucizevi olduğunu düşünüyor...
marketteki ürünlere tümüyle şansa boyun eğerek uzanıyorum...
bunu ona söylemiyorum''baş ediyorum''diyorum...
aniden beni süpermarkete götürüp bana nasıl alışveriş edeceğimi göstereceğinden korkuyorum...
doğru , aç bir deniz ayısı gibi alışveriş ediyorum...
market koridorlarında rastgele dolaşırken sepette birşeyler beliriveriyor...
her günüm başarmış gibi yapmakla geçti...
sosyal yardım uzmanı ocağın üzerine bir damla yapıştırıcı damlatmış bana onu gösteriyor...
''bu senin ızgara ayarın''
ona içgüdülerimle nasıl yemek pişirdiğimi söyleme cesaretini gösteremiyorum...sf:120


korkmayın kör bir kediye köpeğe sahip olmaktan...
evinizi açmaktan...
gözünüzün önüne gelen görüntüyü tahmin edebiliyorum...
yemek tabağına giderken kapıya sehpaya çarpan...
kum kabını bulamayan...
yanınıza gelirken 3-5 yere çarpmadan gelemeyen...
ve
dolayısıyla içinizi kanırtan bir görüntü di mi...


işte o sadece olumsuz kurgunuz...
gerçekse bambaşka...
bu ufaklık evin diğer kedileriyle kaçıp kovalamaca oynarken ortadaki sehpanın üzerinden
hiçbirşeye dokunup düşürmeden pike uçuşa geçer...
başarıylada yere konardı...
dedim ya...
sokakta şansları yok ...
ama evde kısa zamanda siz bile unutursunuz görmediklerini...
dikkat edilecek tek konu ...
evdeki eşyaların yeri değişmeyecek...
hee ille değiştirecek veya yeni bir obje/eşya ilave edecekseniz...
edin...
ama önce bu görmeyeni alın kucağınıza ...
ilk olarak yakındaki daha önceden bildiği eşyaya götürüp dokunmasını sağlayın...
sonra yeni gelen eşyaya...
bir kaç kere yapın ve bırakın yere...
etrafında dolaşıp koklasın ...
tanısın ve mesafeyi ayarlasın kısa sürede çözülür konu....




Mike ve ben bir çalışma yürüyüşüne çıktık...
yola indiğimizde bir araba trafik lambasında durmadan delice önümüzden geçti...
Mike beni geri çekti...
soğuk havada durmuş kendimize gelmeye çalışıyoruz...
bastonun trafikte uygarlaştırıcı etkisi olduğunu düşünmüştüm...
açıkçası benim orkestra şefi çubuğum herkesin dikkatini çekmiyor...
çünkü dünyadaki sürücüler bir orkestradaki müzisyenler değil...
dışarda tehlike var...
bastondan daha güçlü bir şeye gereksinimim var...
bana gözler gerek...
artık dolaptan dışarı çıktım,herkes kör olduğumu gördü ve baston elinden geleni yaptı...sf:130




sonraki yıllarda ...
bu sefer insan kısmısından bir kör'le kesişti yolum...
sürekli gidip gelinen yerler ve mekanlardaki insanlar ya da gruplar aşinadır birbirine...
karşılıklı sohbet olmasa da...
bazen bir kuru selamdan öte gitmese de...
aşinadır...
işte böylesi bir uğrak yerimize 5 kişilik bir grup gelip gitmeye başladı...
her akşam saksı gibi aynı yere takılırsan biliyorsun tabi kimler yeni gelmiş...
kim işini büyütmüş
kim batmış...
kim boşanmış...
kim kimle nerede ne yapmış diye...


yeni gelen grup...
yaş ortalamaları biraz büyük...
sakin ağır insanlar olarak tanımlanabilirdi...


içlerinden biri görmüyor gibiydi...
sonra görür gibi...
sonra yine görmez gibi...
çok da anlaşılır bir hali yoktu...

 
yıllar önce Iowada bisikletimden vazgeçmiştim...
yürümekten vazgeçmeyi reddediyorum...
rehber okulu askeri kamp gibiyse bile varsın öyle olsun...
okula gitmek eğitimden geçmek ve bir rehber köpek almak istiyorum...
onunla heryere gitmek uzun seyahatlere çıkmak istiyorum...
metropolitan operasına bile...
operanın hayvanlara bir tür eziyet olup olmadığını düşünüp gülüyoruz...sf:131

bir gece...
bir araba dolusu sersem...
aynadan gördükleri arkalarda boşalan bir park yerini kaçırmamak için...
hızla geri vitesle giderken yine buraların müdavimi bir köpek karşıdan karşıya geçiyordu...
anlık bir olay ...
oturduğum koltuk yakındı köpeğe...
hızla onu alıp geldiği tarafa birlikte geçtik...
hee öyle film sahnesi gibi...
de
işte yaşamak seyretmeye benzemiyor pek...
insan hiçde öyle filmlerdeki gibi
''oh çok şükür köpek kurtuldu bende yaralanmadım ölmedim bla bla bla''
filan olmuyor...
tam tersine yaralamak üzre olana ve hali hazırda bu potansiyeli taşıyana bileniyor...
ya da
bu bana özel bir problem bende öyle oluyor...
geri vitesde park yeri aradıklarından dolayı pek gidecek yerleri yoktu...
dolayısıyla...

'ohaaa öküz şürekası harran ovası kadar yerde dönemiyorsun...
ayna da kullanamıyorsun...
anladıkda
kıçında gözün mü var sandın'


zarif serzenişimi...
aynı zerafetle dinlemek zorunda kaldılar...

sonra...
elbette yine rutine döndük...
ne de olsa ...
hızlandırılmış zaman...
köpek bu 5 kişilik yeni grubun himayesine girmişti bile bu kısa arada...
hemen sahip çıkmışlar yemek ısmarlayıp su ikram etmişler...
korkusunu geçirmek için hayli çabaladık birlikte...

bir süre sonra ''rehber gözler''okulundan bir temsilci beni ziyarete geliyor...
ikimiz yürüyüşe çıkıyoruz...
''köpeğe tüm kalbinle güvenmen ve ona nereye gideceğinle ilgili bilgiyi verdikten sonra...
kararları onun vermesine izin vermen gerekiyor''diyor...
okulun zorluklarını anlatıyor...
temsilcinin meydan okuması beni dayanıklı olmaya itiyor...sf:134


kim derdi ki bizlerde...
kedi ve köpek aracılığıyla tanışan onyüzbinmilyon insandan birileri olacağız...
ve evet üzerinde kararsız kaldığımız ...
o zamanın o adamı ...
şimdiki ve geniş zamanın...
ve çok uzun yılların dostu...
kördü...
hayata benden daha önce başlamış ve deneyim ve donanım olarak yol katetmişti...
karşılıklı sohbet ,algılayış ve benzerlikler iki grup arası diyalogu başlattıysa da...
ben suskundum...

okuldayım...
Philadelphia'dan Mary:
''bir asansördesinizdir...

kapı herhangi bir katta açılır ve o katta gören kişi içeri girmez''
diyor...sf:140

bu dünyaya dair tek deneyimim bir kedi sayesinde olmuştu...
bilgi eksikliği fikride ,yorumuda, davranışıda kısıtlar...
cüretkâr cahiller hariç ...
ya da varsa gönül gözünü sokarsın devreye...
de...
işte o dönem akıl başın biraz üstünde keşifte...

sokaktaki can'lara bir kap su birazcıkda yemek vermeyi unutmazsınız değil mi...

bir yanım yardım etmek ,ihtimamla davranmak isterken...
bir yanım bunun yanlışlığını söylüyordu...
sonra...
bir yanımla görmediğini unutmak ve sıradan davranmayı düşünüyordum...
bu seferde...
unutmanın ve sıradanlığın hoyratlığına düşmekten çekiniyordum...


ne söyleyeceksin...
''arkadaşlar ya denizin rengi süper'' bile diyecekken...
demez olmuştum...
nasıl diyeyim dalga geçmek gibi bir şey...
baksa da göremeyecek o rengi...



rehber gözlerde İsrailden askerler de var ve bilim insanı,öğretmen,oto tamircisi,marangoz...
ve
şeker hastalığı ve glokom,erken doğum retinopatisi,kataraktlar,savaş yaraları...
biz demokratik bir topluluğuz...
birimiz zengin bazılarımız çok fakir
biri anonim alkoliklere katılıyor
biri köpeklerden korkuyor ama bunu yenecek
biri bira erbabı...
oda arkadaşım Hank en zor koşullarda hayatta kalma konusunda incelenmeye değer bir vaka...
gözlerini bir kazada yitirmiş kafasının bir kısmında saçmalar var hala...
Hank yeni kör olmuş ,gözleri elle boyanmış ve plastikten yapılmış...
North Carolina'da zorla gönderildiği körler okulunda gözlerinin birini nasıl yere düşürdüğünü
anlattığında
hemen ona ısınıyorum...
yerdeki bir gözü el yordamıyla arayışını betimlemesi katıksız bir şiir...
bende ona geceleyin uyanıp başucundaki suyu içen
ve sabah olduğunda kız arkadaşının kontak lenslerini
yuttuğunu farkeden T.J. den bahsediyorum...
yeni bir dünya
bazılarımız hala oynamayı biliyor...sf:141
rehber gözlerde işlemsel tümce şuydu:
''bir rehber köpekte bulunan bir miktar inatçılık iyi bir şeydir''


ki bana kalırsa aklı başında her köpekte olması gerekir bir parça inatçılığın...
körlemesine itaat tehlikeye açık olma halidir...
sadece ev park ve sahil üçgeninde gezenler için neyse de...
uzun yürüyüşler uzun yollar seyahat ormanlık alanlardada yanınızdaysa evet biraz inatçı olmalı
o size güvenip hiç bilmediği alanlara sizle giriyorsa...
sizde onun o alandaki bir adım sonrası için algısına ve içgüdüsüne güveneceksiniz..sn.
ilk farkettiğim...
tanımlamada...
görme özürlü tanımlamasını hakaret olarak değerlendirdiği...
görme engelli tanımlaması;tanımlayanı hafife aldığı ...dalgasını geçtiği...
görme duyusu olmayan/çalışmayan/yitirmiş; kabul ettiği...
kör;tercih ettiği...
idi...

arkadaşım David benim köpeklere çok uygun bir bütünlüğüm olduğunu söylüyor...
ama herkes iyimser bir tepki vermiyor...
''kör''sözcüğü hala annemi rahatsız ediyor...
zaten onun farklı bir tepki vermesini beklememin verimsiz olduğunu öğrendim sf:132


şaşırmayın...
görme engelli/özürlü tanımlamasını bir kör yerleştirmedi terminolojiye...
hakaret zannettiğini ıslah etme çabasındaki eksik işgüzarlarla...
kelimeyi/tanımlamayı/ismi hakaret olarak kullananların eseri...

ve sonunda Corky...

Corky'nin tasmasına asılıyorum ve ilk kez birlikte odamıza yürüyoruz...
bu kesinlikle bir kör randevu...sf:146

daha önce kör bir tanıdığım /arkadaşım olup olmadığını sordu...
eşref aklıma geldi ...
'evet biri vardı' dedim...


zaman geçti üzerinden...
bir gün sohbet sırasında...
sordu...
__hani senin bir kör arkadaşın vardı o napıyor şimdi...
__evde...
__çıkmıyor mu dışarı...
__ı ıh
__olur mu öyle şey getir bir gün ya da beni götürde tanışalım...
__tamam seni götüreyim ama onu çıkarmayayım evden...
__niye bir işi mesleği filan yok mu...

__ehh yani şimdilik yok mesleği...
__niye...
__öyle işte yakın zamanda olacak gibide durmuyor...
bu tayfanın görenide görmeyenide henüz bakarak kasaplık öğrenemiyor...

dışardayız
karmaşık ve gürültülü bir inşaat alanının içinden yürüyoruz Corky tamamen odaklanmış...
denetim onda...
havalı matkaptan korkmuyor...
asansörlerde Marlene Dietrich gibi duruyor ,tamamen serinkanlı,halkı selamlıyor...
rehber gözler okuluna döndüğümüzde ünlü ''reçelli çörek''testini başarıyla geçiyor...
eğitim merkezinin çevresine yerleştirilmiş çörek ve salamlı pizza dilimlerini önemsemeden
beni onların arasından geçiriyor...
sonra bir japon bahçesinden dikkatlice geçiriyor...sf:149

sustu
düşündü...
çok sürmedi ...
''bakmakla olsaydı herşey ...kediler kasap olurdu''
sözünü hatırlaması...
bariton sesiyle kocaman kahkahaları etrafta çınladı...


__Allah iyiliğini versin yahû o arkadaşın kedi mi yani...
__hı hıı
__iyi ki sormuşum...
bak görmek görmemek bakmak üzerine bir espri bile geldi sonunda senden...
__sonunda derken?

__farkındayım göremediğim aklında takılı...
unutma
ben senin ilk sesini duydum ...
sor ...
espri yap...
dalga geç...
senin o köpeği çektiğin gün söylediklerine uzun zaman güldüm...
hatta senin sözüde ezberime aldım...
bazı sohbet sever insanlar ilk tanışmada soruveriyorlar...
''ahhh ahh nasıl kaybettiniz gözlerinizi '' diye...
artık...
yok diyorum kaybetmedim...
bir arkadaşım yaratılırken bedenimde başka bir yere saklanarak takılmış
olabileceğinin çağrışımını kafama soktuğu  günden beri gözlerimi hala arıyorum...
anlamıyorlar birşey Sedencim ama olsun ben çok eğleniyorum...
''kasma'' diyordu yani


sokaklarda gezinirken...
bir zamanlar kör bir insan tanımış olan veya kör bir aile üyesi bulunanlar için

mıknatıs etkisi yaratıyoruz...sf:154

ekstra birşeyler düşünmeye yapmaya çalışmaktan vazgeçtiğimde...
yani kendime geri döndüğümde...
taşlar çarçabuk yerine oturdu...

arabanın altından çekilerek kurtarılması onun için bir milad olduğundan...
benim zarif serzenişimde kedi-köpek vesilesiyle tanışanlar -kaynaşanlar
kervanına bizleride katarak milad oluşturduğundan...
köpeğin adını...
oy birliğiyle ''milad'' koyduk...
sonra...
sondaki ''d'' harfi dilimize battı...
bu sefer oy çokluğuyla düşürdük d'yi adı ''mila'' oldu...
o gece ve ondan sonraki geceler yürüyerek gitmişsek...
peşimizden eve kadar gelme istekleri...
arabalarla gidildiyse ...
dönüşte araba kapılarından ilk hangisi açıldıysa koşarak onun
içine girip oturması...
mila yıda gruba dahil etti...
sokaklardan emekli olma zamanının geldiğini anladık...
1 hafta sonra milayı alıp annelerinin sapancadaki çiftliğine götürürlerken...
burdan oyuncak kemikler,toplar ve içinde yatabileceği kocaman bir sepetle uğurladık Milayı...
hüzün vardı tabi ama aslolan onun iyi olmasıydı...

bazen Corky nin insan eklentisi olmak ne garip...
insanlar sık sık bizim ilerlememizi engelleyip sanki ben yokmuşum gibi onunla konuşuyor
ve bir sürü bebekçe konuşmadan sonra ortadan kayboluyorlar...
başkalarının dikkatini çekiyoruz çünkü totem gibiyiz...sf:155

aradan 4-5 ay geçtiğinde milayı görmek istedim...
epey kalabalık gittik ziyarete...
eğer mila beni tanımasa...
ve sırtındaki el kadar iki tane koyu kahverengi leke olmasa...
benim onu tanıyacağım yoktu...
koyu sarı açık kahve arası bir renkti giderken...
meğer krem -sarı arasıymış rengi...
kafasındaki vucudundaki tüylerin bir kısmı yoluk yoluktu...
onlar yeniden çıkmış...
hatta sanki tüyleri bile sıklaşıp gürleşmiş...
o sıska hayvan gitmiş yerine müthiş atletik vücutlu bir köpek gelmişti...


işin sırrı...
ağırlıklı olarak...
gördüğü ilgide...
bütün gün kelebek kovalamasında...
geceleride evin mutfağındaki yatağında yatmasında...
niye mutfak diye merak ettim...
anne;
__bilmiyorum evladım yatağını evin neresine koyarsam koyayım
bakıyorum ağzına alıp çekiştirerek mutfaktaki pencerenin altına götürüp orda uyuyor...


devam etti...
hiç problem olmadığını...
çünkü...
eğitime gerek kalmadan...
asla verilmeyen yiyeceğe dokunmadığını ...
diğer 3 köpekle ise hiçbir uyum sorunu yaşamadığını söyledi ...

körler gezegeninde kimse iyileştirilmek zorunda değil..
körlük müziğin bir başka biçimi...
bartok'un kafasındaki solo klarnet gibi...sf:128

***körler gezegeni: Stephen Kuusisto''nun son derece başarılı anı/romanı...
şenocak yayınlarından çıkmış...
14 tl piyasa fiyatı...
yazar kendi hayatından yola çıkarak yaşadığı zorlukları zaman zaman mizahi bir dille anlatmış...
kitabın geneline hakim olan ise şiirsel ironi ...
başından sonuna akıcı ,ilginç ve ayrıntılı bir anlatımı var...
son güzel bağlanmış...
yinede ben 128. sayfadaki yazarın cümlesini tercih ettim burdaki son için...

sn:yolları yerleri , bayram sonrasındaki 2. etapda bitince eski adrestekileri düzenledikten sonra peşisıra yazmayı düşünüyorum...
ve tabi sadece düşünce olarak kalmamasınıda düşünüyorum:)