bu sitedeki yazılarımın....kopyalanması,çoğaltılması,yayınlanması 5846 ya göre yasaktır...

şeyh uçmaz


                                                            müritleri uçurur...

ara sıra tansiyonum düşer,yaşayanlar bilir nasıl bir deneyim olduğunu... 
kafamda bir boşluk hissi oluşur,yürürken ayağımın altına hava yastığı koyulmuş gibidir... 
içim çekilir gibi olur 
-buda nasıl bir tabirse- 
aklım başımda olmasına başımdadırda yerde miyim gökte miyim belli değildir... 
gerçekliğin zorlandığı bir tuhaf haldir... 
biraz uzanıp ayaklarımı yükseğe kaldırmak ve 1-2 şişe soda iyi gelir... 
sevimsiz bir haldir... gerçek desen ,uzaktır gerçeğe... 
rüya desen oda değil ,olsa da hayra yorulacak türü değildir... 
kimbilir belkide milletce bu haldeyizdirde ben üstüme alıyorumdur... 


hüseyin rahmi romanlarında her mahallenin olmazsa olmazı bir hizipci acuze illaki vardır... 
güzele düşmandırlar, bu sefil tipler genelde kadın,bazende erkekdir... 
-bayan filan yazsam daha mı iyiydi dersiniz- 
en çok kendi iç sefaletini paylaşmayan kadınlara düşmandırlar berbat bir tarzları vardır... 
yanına yaklaşıp fısıldar 
 ''gülfemi gördün mü evine bir adam girip çıkıyor'' 
''sanane be kadın gülfemin bekçisi misin'' cevabını verdikten sonra tez zamanda ... 
iğne kıçı dürte dürte etek,döpiyes dikerek 3 kuruş para kazanıp 
 yaşlı anacığıyla kendi boğazını anca doyuran zavallı gülfemin 
 aslında vesikalı olduğu seninde o yolun yolcusu olduğun mahalleye yayılır... 


bir başka gün başkasını çevirir... 
ensar efendinin her akşam bi 70 liği götürdüğünü söyler... 
''ee o içiyor,sarhoşluğu sana mı düşüyor'' dediyse çevrilen 
o da duyar tez zamanda kendini rakıya methiye düzenler arasında... 


pazardan zembilini yüklemiş evine giden cesim'in peşine takılır... 
malum hem zembil içi göz fotoğrafı çekecek... 
hem mahallenin son havadislerini yetiştirecek... 
''duydun mu cesim,şehriban hamileymiş ama ebe kadifeye aldırtmış'' 
zaten sabahın 6 sından akşamın 8 ine çalışmaktan imanı gevremiş cesimin canı burnundadır... 
öfkeyle söylenir... 
''sanane be birader şehribanın bekçisi misin,kocası mısın,bebeğin babası mısın öyle uygun görmüş demek '' dediyse cesim efendi 
ertesi günün 8 sütuna sürmanşeti hazırdır 
flaş flaş flaş 
''şehribanın bebeğinin babası cesimmiş'' 
dedim ya pis bir tarzları vardır... 


sokaktaki can'lara bir kap su ,birazda yemek vermeyi unutmazsınız değil mi...


gidip tepelemek en doğru çözümdür... 
kısa,kestirme,kolay filan değil ''doğru''çözüm... 
aslında her problemin en az iki çözümü olsa da... 
biri uzun,dolambaçlı,ama kırıp dökmeyen yolu 
diğeri kısa ,basit ama hoyrat yolu 
da işte bu acuze tabanlı kişiliklerde uzun dolambaçlı yol çıkmaz yoldur... 
çünkü; bunlarla konuşulamaz,tartışılamaz,karşı fikir savunulamaz,ikna edilemez, 
kanıtlar anlamsız bir yığındır onlar için, 
uzlaşılamaz, 
''herkesin hayatı düşüncesi kendini bağlar''düsturu 
bunlar için sülalerine sövülmesiyle eşdeğerdir... 
bunlar için doğru tektir o da sadece kendi doğrularıdır... 
gözleri vardır görmezler... 
kulakları vardır duymazlar 
dilleri vardır söylemezler... 
taşa geçer hükmün bunlara geçmez... 
sende zaten bu uğurda sabır taşı olsan çatlar heder olursun... 
işte o yüzden tepelemek doğru yoldur... 


bu acuzeler bitmedi elbette ,kakalaklar gibi dayanıklı bir tür bunlar... 
kakalaklar nasıl binlerce yıldır değişime uğramadan günümüze kadar gelmeyi başardıysa... 
bunlarda başardı... 
sadece mahalle bitti çoğu yerde , 
o yüzden artık sitelerde,konutlarda,plazalarda,lojmanlarda,
yalılarda,kaşanelerde ikamet ediyorlar...
hareketleri büyüktür bunların, nasıl desem, tiyatro sahnesindeki gibi... 
ancak, tiyatro sahnesinde zaten hareket büyük olmalıdır...
çünkü kriter ,salonun en arka sırasında oturan seyircidir,ona ulaşmaktır... 
da işte o hareketleri ,söylemleri tiyatro sahnesinde yapmakla, 
tiyatronun kapısının önünde yapmak arasında kapanamaz bir fark vardır... 
birinde ayakta alkışlanırsın...
diğerinde diazemle başlar sürecin... 


yaşadığım bu toprağı güzel bir kadına benzetirim hep... 
güzelliğinin başına dert ,ayağına pranga olduğu kadına... 
herkesler ona meftunken ,onunsa ufukta ehl-i namus ,
yakışıklı bir beyle izdivaç tesis eyleyemeden göçüp gitmesi mukadder gözükürken... 
-ki ben hüseyin rahmiyi anmak adına bu dili kullanırken- 
birde bakarsın o güzel kadın nursuz,pirsiz,hoyratın biriyle düğün dernek kurmuş gitmiş... 
hayır canım ,nursuz pirsizin içindeki nuru gördüğünden değil... 
ne kadar aklı başında,eli yüzü düzgün,onurlu,gururlu,kalemli kitaplı adam varsa ,
güzelliğinden gözleri kamaşıp ,yanına varıpda derdini diyemediğinden, 
alacaklarını kurguladıkları red cevabını sindiremeyeceklerinden,cesaretsizliklerinden uzak dururken... 
bu nursuz pirsiz sefil tayfasındada ne karşıdaki güzelliği değerlendirebilecek estetik duygusu 
ne de had olduğundan kapıdan kovulsalar bacadan girmeyi iyi bildiklerinden , 
ciğerci kedisi misali dolanırlar kadının peşinde... 
garibim kadının kurduğu düğün dernekde ,
o makus talihini yenmeye çalışmasının en hazin,en hastalıklı ve en berbat sonucudur... 


ilk hangi atamız söylediyse o sözü 
''güzelin şansı olmaz''diye muhtemelen benzeri bir olay üzerine söylemiştir... 
devam edelim bakalım teletabilerin spastisitesi içinde sallanmaya... 
daha ne kadar sallanacaksak...