bu sitedeki yazılarımın....kopyalanması,çoğaltılması,yayınlanması 5846 ya göre yasaktır...

mutlu yıllar



                                                 


hayalimdeki yılbaşı resmine uysun diye biraz kar olsaydı iyi olurdu
da...
sanırım olmayacak
zaten daha gelmeden yoruyoruz...
beklentiler ,yapılamamışlar ,yarım kalmışlar
alayı bir çuvala doldurulup yeni yılın kucağına bırakıldı...
ertelemeye olan düşkünlüğümüzün göstergesi
ertele biriktir
sonra biriktir ve yeniden ertele...
bu yorgunlukta resmin kar bölümüde eksik kalıversin...

yılın sonunda yapılanlanlar yapılamayanların yanında okyanustaki damla gibi durur bende...
nedeni basit...
yapılanları çizerim
ancak
yapılamayanları itinayla hep sonraki yıllara ilave ederim...
liste önceki yıllardan sarkanlarla şişerde şişer
ve
aslında sorulacak tek soru...
insan niye liste yapar?
yani
herbirimizin elinde görünmez görev kağıdı vardırda biz bunları
*görev tamam
*beklemede
*oldu bil
*ertelendi
*bu iş yattı

şeklinde doldurmak zorunda mıyızdır...
değilizdir tabi
eee o zaman zorumuz ne...
şunu daha keyifli hale getirsek
mesela listeyi...
''filmleri evden çok sinemada seyredeceğim''
''kaprisi hayatının özü özeti geneli haline getirmiş insanlara yokmuş gibi davranacağım''
gibi
yapılması kolay hayatı kolaylaştıran ve keyifli maddelerle doldursak...
hayır rahat batmadı...
sadece evde film seyretmek kabak tadı verdi...

hatırlayalım...
1 numaralı murphy kuralını...
''bir şeyi yapmasanda oluyorsa o zaman yapma''

büyük fikir hakikaten...
buram buram tembellik gibi gelsede
değil...
geçen yıllar listesinden eli yüzü düzgün bir madde buldum mesela
'bonsai yapımını öğren, yap' demişim
kimbilir kaç yıl önce...
bunu türkçeleştirirsek şu oluyor...
seralara, yapı marketlere abone ol...
bidik bidik, boy boy altı delikli kaplar al
ısıtıcı al
süzmeyi sağlayan malzeme al...
1 tane 5 tane 10 tane yap
sonra sıkıl
ardından
doğayi minimize edip evin içine tıkıştırmanın anlamsızlığını farket...
ve vazgeç
arada...
sermayeyi kediye yükle
veya
anneannemin dediği gibi
''sultanahmette dilen ayasofyada dağıt''
zor kazanan buna rağmen çok ama çok kolay harcayanlar içindi bu laf...
çocukken harçlık biriktirirdimde bazen
tam
''afferim çocuğum tutumlu olmak güzeldir ''diye ağzını açacakken...
onca zaman biriktirdiğim parayı 10 sn.de harcadığım ortaya çıkardı...
öngörülü kadınmış vesselam...
neyse...

sokaktaki can'lara bir kap su birazcıkda yemek vermeyi unutmazsınız değil mi...

bu sene evdeki çam yıpranmış biraz...
alt satırdaki parantez içindeki cümleyi yüksek sesle
ve tekdüze ve asla tonlamadan ve mimiksiz ....
hatta mümkünse ileri geri sallanarak okuyabilir miyiz lütfen...
başladık...
aç parantez...
noel 24 aralıktadır...
gregoryenlerinki 6 ocaktadır
31 aralıkta çok uluslu çok uluslu yeni yıla girişi kutluyoruz...
vaktimiz ve paramız çok olduğunda aya ve haftaya girişleri kutlamayıda umuyoruz...
muazzez ilmiye çığ'ın araştırmasına katılıyoruz...
yeni yıl ağacı bize aittir...
ilmiye çığ'ı tanımıyorsak veya tanıyorda araştırmalarına katılmıyor ya da ikna olmuyorsak...
anadoluda bir bozkıra vuruyoruz kendimizi...
inler cinler top oynarken kel bozkırda bir garip ağaç illaki görüyoruz...
güneş vurdukça rengarenk ışıl ışıl
yaklaştıkça cıvıl cıvıl...
biraz daha yaklaşınca her dalından ayrı sarkan bin türlü çaput görüyoruz...
''aaa uzaktan yılbaşı ağacı gibi''
di mi
cıkssss
diil
yılbaşı ağacı ; aslında aynen bizim bozkırın dilek ağacı gibi...
kapa parantez...

hıı ne diyorduk
çam yıpranmıştı biraz...
birkaç dalı çıkmıştı yerinden biraz sağlamladım idare eder
aslında bugüne kadar nasıl idare ettiğine şaştım...
kedi dediğin ağacın üstündeki topları süsleri yürütüp
kendine oyun icad eder...
korsiyle feriş in oyunu bir başka...
feriş alt dala zıplayıp tırmanarak üstlere çıkıyor korside aşağıda miyavlayıp geri çağırarak
onu bekliyor
gün içinde kimbilir kaç kere tekrarlanıyor bu in-çık oyunları
yıllardır ağacın sadece 2 kere devrildiğini gözönüne alınca
demekki epey dengeli hareket ediyorlarmış...

küçük sevinçlerin tadını çıkaramayan büyük  keyifleri yakalayamazmış...
tek birgün mola verelim koşturmaya ,strese, hayatın yüküne...
sevinelim sevindirelim...
insan hayvan farketmez birini mutlu edelim...
karamsarlık bulaşıcıdır
ama
mutlulukda bulaşıcıdır...
aralarındaki fark
biri aşağı çeker
diğeri yukarı iter...
hediye verelim
nedir ki hediye
kdvsi sıfır diye pırlanta değildir herhalde
bazen süslenmiş bir kavanoz reçel
bazen bir dal çiçektir...
sahip olduklarımızın ve yanımızdakilerin kıymetini şimdi şu anda ertelemeden bilelim...
birgün kıymetini bilmeye karar verdiğimizde yanımızda olmayabilirler...
ille fiziksel yokluk değildir bu...
sıkılıp gitmekde yokluktur...

çoook mutlu ,sağlıklı ,huzurlu, güzelliklerle dolu harika bir yıl olsun...
yeni yılınız kutlu olsun...
sevgiyle...


                                 

çarşıdan aldım bir tane...

 



yukarda gördüğünüz kap 2010 'a giderayak damgasını vuran yılın icadı...
''nar ayıkla'' adıyla satılıyor...
nar yemeyi severim ama ayıklamayı sevmem...
meyva sıkacakları yaygınlaştığından beri suyunu içiyoruz içmesinede...
aynı şey değil...
tanesiyle yemek daha keyifli...
eh bunun içinde sabır gerekiyor...
o taneler illaki sıçrayacağından üstünde açık renk bir kıyafet olmaması da gerekiyor...
benim için en uygunu
evdekilerden ya da gelenlerden en sabırlısını gözüme kestirip narı önüne itelemekti...
1 taneyle başlar sonra mutfaktan 2-3 tane daha bulup onlarıda araya sıkıştırırdım...
taa ki yukardaki bu şahane kabı bulana kadar böyle götürdük nar konusunu...

yılın icadı kabımızı
eve gelirken çarşıda bir dükkanda gördüm...
sudan ucuz 3 lira hemen aldım...
bence kaçırmayın sizde alın...
yolda yürürken ertesi akşam anneme eşe dostada 1 er tane almaya karar verdim...
sonra kabı çıkarıp üstündeki bantta yazan kullanım kılavuzunuda yolda okudum...
2000 liralık buzdolabının ,televizyonun içinden çıkmıyor böylesi adım adım anlatım...
dahiyane bişey...

narı ortadan ikiye kesip
üstteki beyaz altıgenlerden oluşan tak-çıkar plakanın üstüne koyuyorsun filan...
eve yaklaşırken o ayrıntılı dahiyane açıklamalara rağmen
hala narın bu kaba döküleceği konusunda soru işaretlerim vardı
ama
üretici kadar akıllı olmadığımı düşünüp üstünde durmadım...
ve değişmeyen tek şeyde bu fikrim oldu zaten...

kabı yıkadım...
narları çıkardım...
dahiyane kılavuzumuzdaki anlatım üzre enlemesine kestim altıgene yerleştirdim...
yine kılavuzumuzda yazıldığı gibi çelik bir kaşığın tersiyle hafif hafif nar a vurdum...
öyle yazıyor ''hafifçe''diyor...
2 tane düştü bile kaba...
işte mucizeee...
sonra baktım devamı gelmiyor...
belki dahiyane kılavuzda baskı hatası vardır ''sertçe''yazacaklarına ''hafifçe'' yazmışlardır''
sertçe vurdum...
5 tane daha döküldü...
baktım olmuyor
pirinç havan elini aldım onla vurdum
3-5 tane daha döküldü...
kalanları ezilmeye kabuğuda delinip heryere sıçramaya başladı...
tamam kesin baskı hatası vardır bu yılın icadında...
belkide enlemesine değil boylamasına kesilecekti...
2.narı aldım bu sefer boylamasına kestim...
sırasıyla aynı işlemler sonucu 3-5 tanede ondan döküldü...

sokaktaki can'lara bir kap su birazcıkda yemek vermeyi unutmazsınız değil mi...

hmmm sonunda anladım ''nar ayıkla''nın ne işe yaradığını
ziyan mı olsun iki tane pırçıklanmış nar oturdum tek tek ayıkladım ...
yılın icadı kabın içine koydum...
demek ki kabın asli görevi kullananı motive edip nar ayıklamaya teşvik etmekmiş
ben yanlış anlamışım...
fonksiyonelliği ise salata yapacağın zaman eline havucu alıp...
''küçük küçük ol ve tabağa atla havuçcum''
demekle eşdeğer...

üreten sanırım ''bu saçma sapan aleti kimse almaz ama ya tutarsa'' diye bir deneme yaptı
bende alırken 'bu kap nar mar ayıklamaz ama ya ayıklarsa' diye aldığımdan
olsa gerek
düşünce parallelliği mi yakaladım nedir
zerre kadar kızmadım...
elbette yılbaşı yaklaşıyor diyedir bu iyimserlik dozumun artması...

ekselans mutfağa gittiğinde nar dolu kabı görünce...
__aa nar mı ayıkladın
__yoo o nar ayıklama aleti zaten
__hadi canım
__bak bu kağıttada açıklaması var
okudu
__nerden buldun bunu ne yani üstüne vurunca dökülüyor muymuş
__evettt
__atıyorsun abuk sabuk bi kap bu...
__atıyorsam o kadar nar nerden çıktı...

evet yinede inandırıcı değil...
olsun
zaten zar attığım konuda inandırıcılık değil...
toplumsal ortak noktamız
'biz denemeden inanmayız' a attım o zarı
sahne çekici
mutfak tezgahında vızıttırı bir kap duruyor
içi nar dolu
birde nar ayıklamaktan kesinlikle hoşlanmayan ben duruyorum...
ve iddiam o vızıttırı kabın o narları ayıklamış olduğu...

mesela
''yeni boyanmıştır lütfen dokunmayın'' levhalarını eski sıklıkta görmememizin nedeni...
akılların başa gelmesi...
parmaklığı,duvarı boya
üstüne birşey yazma kimse dokunmuyor zaten hatta farketmiyor bile...
ama
boya ve aynı zamanda üstüne dokunma diye yaz...
bak bakalım noluyor...

o da aldı bir tane nar
kesti kabın üstüne koydu-vurdu-tepindi olmadı ...
bıraktı kenara...
__atıyorsun demiştim di mi olmadı işte...
__ne yani şimdi ziyan mı olsun o cânım nar ayıkla bari...

ayıkladı...
ne demiştim...
motivasyon kabı...
oluyormuş işte bak...



mum alevi



dün gece net de dizi seyrediyordum...
feriş in elleri kafası kucağımda...
ayakları çalışma masamda...
onun oturuşunun garipliği benim oturuşuma endeksli...
benimde kafam koltuğun arkalığında ve ayaklarım çalışma masamdaysa...
normal ...
nolmuş tapu dairesi mi burası...
evdeki odam...

bölüm biraz ağır aksak ilerler...
ferişde arasıra monitöre dikkatle bakıp
arada elini uzatıp masanın üstündekileri patiler...
ve sıkıldıkça şekerleme yaparken...
ki bu ''şekerleme ''ne güzel bir kelimedir...
alıcıların açık farkındasın ama tatlı tatlı rehavet basmış...
dolayısıyla...
benimde şeker yapmama 1 adım kalmışken...
dizide olay yeri inceleme ekibinin nakil aracı
uyuşturucuyu incelemek ve yakmak için merkeze getirirken yolda kaçırıldı...
yerel poliste haklı olarak
''bulunduğu yerde yaksaydınız olmaz mıydı'' diye sordu...
bu benimde yıllardır cevabını merak ettiğim bir soru olduğu için...
uykum dağıldı...
ilgiyle seyretmeye başladım...
yakmak için sanayi tipi fırın gerekiyormuş onu anladık...
kimyasalla yok etmek için ne gerekiyor'un cevabını bulamadım...
bol köpüklü bi kahve yaptım seyretmeye devam ettim...

az ışıklı sessiz sakin bir ortam
dizinin sesi ve ferişin mırlaması hepsi o...
birara...
monitörle gözüm arasında flu bir ip görür gibi oldum...
elimi uzattım öylesine bir kontroldu
birşey yok...
ferişe baktım...
çenesini dizime koymuş dikkatle monitöre bakıyor ve sakin...
iyi sorun yok ...olsa o görürdü zaten...

yarım saat sonra monitörün arkasındaki duvarda bir hareket gördüm...
örümcek...
aslında klavyeyi caps e alıp büyük harfle yazsam daha iyiydide...
bağırıyorum zannedilir...
oysa aracnafobikler bağıramaz kolay kolay...
ve evet ben aracnafobiğim...
ve ilahi ironi olarak da arazide mühendisim...
ve evet yaradanın mizah anlayışı muhteşem...
arada işte kimi kullarınada kırıntılar nasip ediyor...
aracnafobia diyince havalı birşey gibi duruyorsa da
türkçesi örümcek korkusu...
ama
korku diyincede
örümcekle karşılaşınca ''ayyyyhhh imdat örümcek'' tarzı bir korku değil ...
ne dedik fobi
yani korkunun kıvamı epey ağır...
bendeki etkiside uzun ve derin...

çoook çok eskiden çok daha şiddetliydi...
evde örümcek gördüğümde...
gördüğüm noktada büyülenmiş gibi kalırdım ne bir adım ileri ne de geri...
elbette bu sırada nefesde tutulur...
bayılmıyorsun
ama
bayılsan bin kat daha iyi...
anne baba anneanne biri bulana kadar
ya da örümcek gidene kadar
heykel gibi kalırdım...
sonrası gecelerce kabus görmek her gölgeyi örümcek sanmak...

fakat yanısıra diğer haşerat kısmı ve börtü böcekle iyi geçiniyor olmam...
ki bunlara akrebi yılanı çıyanıda dahil...
ve yaradanın verdiği canın keyfe keder alınmayacağı bilinci...
bir anlamda örümceğe daha çok dikkat çekti...
öte yandan çok az da olsa törpülenmeyi sağladı...

ve ilahi ironi dediğim arazide olmamsa belli bir seviyeye kadar kırılma noktası oluşturdu...
törpülenme dediysem...
fobi kalmadı demedim tabi...

evdeysem ve yalnızsam ve örümcekle karşılaştıysam eskisi gibi donup kalmıyorum...
anahtarı aldığım gibi çıkıp gidiyorum...
evde birileri var ve örümcekde varsa yardım isteyebiliyorum...
''gelin bunu alın burdan'' diyebiliyorum hiç değilse...
altına kağıt sokup dışarı bırakmaktan ...
eliyle incitmeden tutup yer değiştirtmekten...
üstüne bardak kapatıp pencereden uçurmaya kadar uzanan dahiyane çözümleri var herkesin...

örümcekli alanı terketme huyum herzaman en parlak çözümüm olmadı...
tuhaf zamanlarda tuhaf durumlarda kalmamıda sağladı...
bunları elbet bir gün yazarım...

benimse uydurduğum bir ritüelim var...
dışarı kaçıp sonra biriyle dönüncede
evdekilerden biri olaya el koyuncada değişmiyor bu ritüel...
evde her derde deva bir kutu raid var...
sokak kapısını ve bahçeye bakan balkon kapısıyla pencereleri açıp
çerçeve boyunca raidi sıkarak bir hat çiziyorum ve kapatıyorum...
çünkü bu örümcük kardeşler caddeye ya da denize bakan pencereleri kullanmazlar...
evde yuva yapmazlar
ağ örmezler...
dışardan taşınarak gelmezlermiş gibi...
uyduruk demiştim di mi...
ağacın etrafında 5 kere dönersen dileğin olacakla aynı prensipte bir ritüel...
olsun...
iyi geliyor bana...
kendimce mesaj yolluyorum...
'ölmenizi istemiyorum ama korkuyorum buraya gelmeyin başka yerde yaşayın'
gibi...

arazide karşılaşınca korkunun yanısıra birde sosyal baskı oluşuyor...
çünkü
bizim insanımız bakarak öğrenmeyi seviyor...
dolayısıyla bazen 5 bazen 50 kişi oluyorlar ama sonuçta illaki seyrediliyoruz...
izlemek başka bişey
bu bildiğin sirk maymunu seyrettikleri gibi seyredilmek...
araziye hakimsin elemanlara hakimsin
aletlerin başında kayıt alıyorsun onlarada hakimsin...
tam o sırada bit kadar bir örümcek aletin üstüne konuyor...
düşünsene...
ayakları kıçına vura vura örümcekten kaçana hangi tezahüratı yapardı seyirciler
yani sosyal baskı dediysem hakkaten baskı...
birşey yapamamanın,kaçıp gidememenin baskısı...
yok saymayı denemeler...
veya...
aaa bu bizim lydialı arakne yahu...
hani güzel gergef işliyor el işleri yapıyor diye
dedikoducu nympha'lar bunu tanrıça athenaya ispiyonlayınca...
athena sinirlenip örümceğe çevirmişti arakneyi...
aslında bu lydialı araknenin form değiştirmiş hali yani örümcek diye birşey yok...
diye kendi kendime anlatmamda çözüm olmuyor...
sonrası doğal anksiyete...

örümcekle...
her karşılaştığımda aklımdan milyonlarca kez geçirdiğim müthiş özellikleri de
bir başka kırılma noktası oluşturdu...
mesela...
yaptığı ağ özeldir
o kadar özeldir ki dünya bu ağın aynısını yapabilme peşinde...
örümceğin ördüğü ağ dünyayı kuşatsa dahi ağırlığı gr.la ölçülecek kadar hafif-300 küsur gr-...
ve fakat kaldırabildiği güç olarak çelikten yüz kat daha güçlü ve 5 kat daha sağlam...
hammaddesi aminoasit zincirleri...
esneme oranı başka hiçbir malzemede yok ve asla taklit edilemiyor...
ama lab.da tüm hızlarıyla taklit etmeye çalışıyorlar...
bu özel bir canlı...
sevmem lazım sevmem lazım...
da işte
sevmem lazım demekle de sevilmiyor bir canlı...
korkmasam o da yeter diye bakıyorum...

o zaman da aklıma hareketleri geliyor...
beni uyuz eden bir karakteristiği var bu eklembacaklının...
bir kere hareket hızını ve alanını kestiremiyorsun...
bakıyorsun ağır aksak yürüyor
bir bakıyorsun koşuyor...
yukarı zıplıyor
aşağı atlıyor
ip örüyor
doğal komando...
toprakta yaprakta ağaçta kitap üstünde odada banyoda çatıda bodrumda her yerde gezebiliyorlar...
ofiste...
dolap içinden kapı kasasına kadar heryere tırmanan...
oturduğumuz anda kakalak gibi ensemize yapışan konyak bile
örümceklerin yanında daha sakin geliyor bana...
korkarım fobiden kurtulayım derken biofili olup çıkacam...
hıı bu da böceksever demekmiş
hiç böyle biriyle tanışmadım ama vardır herhalde bir yerlerde...
biyofili de evlerden ırak herşeyi sever gibi birşey...
korkuyla sevgi arasında onlarca sağlıklı duygunun da var olduğunu mantık olarak bilmek
hiçbirşeye yaramıyor...
fobinin doğasında mantık yok...

bir dönem tek seansın sonunda sönümlenmeyle sonuçlanan
profesyonel girişimdede bulunmuştum...
sönümlenir tabi
dr...
önce çocukken örümcekle ilgili korkunç bir deneyim yaşayıp yaşamadığımı sordu...
o dönemler her karşılaşmam korkunç bir deneyim olduğundan...
bir iki tanesini anlattım...
''başka başka''diyip durduğuna göre sarmadı bunlar dr.u...

hayır nasıl bir travmatik öykü bekliyordu benden anlamadımki...
yani
psikopat bir ailem vardı ben yaramazlık yaptığımda
tarantulalarla dolu fıçıya tıkıp katıksız 3 gün o fıçıda tutarlardı
gibi bişey bekliyordu herhalde...
o yüzden anlattıklarım kesmedi sanırım onu...
resimlerine bakıp bakamadığımı ekranda izleyip izleyemediğimi filan konuştuk...
gözü kapalı çizebileceğimi ...
hakkında kitap yazabileceğimi söyledim...

'peki bir sonraki adım ne
bir sonraki adım ne '
diye ben acele ettikçe


''yüzleşmeyi'' anlattı bana
''kaçınma''nın yaşam şeklime,işime uymadığını
kaldıki örümcek konusunda çok çok zor olduğunu söyledi...

'yeni bir şey söyle' demek isterdim...
demedim
evet uçaktan korkuyorsan binmezsin olur biter-kaçınma-
agorafobin varsa-açık alan ve kalabalık yerler korkusu-
hayat kaliteni etkileyeceğinden dolayı tedavi almak zorundasın-yüzleşme-

kavanoz gibi bir yerde örümcekle karşılaşmacaymış...
böle böle alışılıyormuş falan filan...
hayır böyle mıyır mıyır konuşan biri olsam
adam sıkıldı beni dinlemedi ya da dinlemek istediyse de anlamadı filan diyecem...
mıyırdayanlardanda değilim...
eee
birde tanıdığın tanıdığı olacak bu uzman...
yahu 'gözüm kapalı çiziyorum ' dediysem demek ki seyrediyorum di mi bu yaratığı...
resimde filmde belgeselde heryerde...

mesela
petshoplarda yaşadıkları fanusa yapışıp dakikalarca
tarantulaları seyrediyorum...
bütün yaptıkları hareketleri ezberliyorum...
fanusu-akvaryumu iyice inceleyip kaçacak bir yeri var mı diye bakıyorum...
olmadığını görünce derin bir nefes alıyorum...
hatta dükkandan çıkarken peşime takılıp salça olmayacaklarını bilsem
bütün çalışanları tek tek sarılıp öpmek istiyorum...
sırf dünyadaki örümcüklerden birini o fanusta başarıyla tuttukları için...
tersinden bahsediyorum
yani
ben fanusta ve o dışardaysa
bin beteri ikimizde dışardaysak
onyüzbinmilyon beteri ikimizde fanustaysak veya odada ...

'siz bana en iyisi bundan da sonraki adımı söyleyin'
dediğimde...
düşündü çıkmadı bişi...

__ee o zaman sizin örümcek fobiniz yok...
yutkundum yine bişey demedim ...tanıdığın tanıdığı sonuçta...
ne diyecem...
'evet yok çünkü ben manyağım kafamdan fobi uydurup dr dr geziyorum...
boş vakit gani sıkıldıkça sosyalleşme biçimi olarak dr.a gidiyorum...
hee birde kudurmuş param var...
vizite ücreti filan dağıtacak yer arıyorum...
mu diyecem...
derman mıdır dert midir anlamadım ki...

arachnophobia'nın ilahi ironi şekli bir bende açığa çıkmıyor herhalde...
mesela gece okuduğunuzda tüylerinizi diken diken eden
ve tuvalete giderken 3 kere daha düşündüren kitapların yazarı stephen king bir aracnafobik...
daha da beteri örümcek adam serisiyle ünlenen tobey maguire'da bir araknafobikmiş...

nerden geldik buraya
monitörün arkasındaki duvarda gezinen örümcekten...
evet evet o gözümle monitör arasındaki flu ip büyük ihtimalle ağıymış bu eklembacağın...
''gelin alın bunu burdan''
diye içeri gitmeden önce
ferişin hali ilginç geldi...
kucağımda yatıyor gözler örümcekte...
benim için fevkalaaadenin fevkiii kısmı burası çünkü mırlamayı dahi kesmedi...
ilgiyle bakıyor...

kedilerle fazla haşırneşir olmayanlar için özel açıklama :
hoşlanmadıkları ortamda
hoşlanmadıkları canlıların yanında asla mırlamazlar ...
mırlarken ani karşılaşmışlarsa ilk iş mırlamayı keserler...
kulaklar dikilir ,burun dudak arası bölge kabarır ve dikkat kesilirler...
hele feriş gibi agresyonu son derece yüksek...
kelebek,kuş,böcek ne varsa peşine düşen
pervane yakalayacağım diye perdeye tırmanan...
sivrisineği dahi yorgunluktan bitap düşene kadar kovalayan ferişin...
bu denli istifini bozmadan örümcekle bakışması irkiltti beni...
belli ki ilk karşılaşmaları değil...
ama ben ilk defa görüyorum karşılaşmalarını...
burdan çıkan sonuçsa
maalesef evin bilmediğim yerlerinde bir örümcek klanı yaşıyor...
işte hep aynı şey oluyor omurgam karıncalanıyor sanki...

ferişe nasıl yapıştıysam
mırmırı kesmeden patileri masaya uzatıp üstüne kafasını koydu biraz daha seyretti...
sonra doğrulup mırlaya mırlaya kulağımdaki küpeyle oynamaya başladı...
sık sık görüşülmeyen...
40 yılda bir gelen ama kabul gören uzak akraba muamelesi yapıyor örümceğe...
şaşırdımki öyle böyle değil...
olsun
yinede...
ritüel herşeydir...
bir peçeteye iki fıs raid sıktım merdivene tırmanıp kütüphanenin en üst rafına bıraktım...
ben mesajımı bir kenara bırakayımda gerisi örümceğin arifliğine kalmış...

sorun ne olursa olsun çözüm bazen hiç ummadık yerlerde saklıdır...
altında kaldığınızı sandığınız nice sorunlar bazen bir dokunuş bazen tek bir kelimeyle aşılır...
ne dokunuşun ne de kelimenin nerde nasıl kimden geleceğini asla bilemezsiniz...
yapmanız gereken tek şey alıcılarınızı algınızı açık tutmaktır...
spotlarla ışıldayan alanlar veya insanlar gölge eder kaparda çıkış yolunu bazen...
bir minik mum alevi gösteriverir çıkışın yolunu...
derin bir nefes al...
bekle dinle ve güven...

tarih yangını






haydarpaşa garı yanıyor şu anda....
çatı tamamen yanmış  ortalık toz duman...
kontrol altına alındığı söyleniyor...
yanan ;
garın , çatının yanısıra anılar...
koşuşturduğumuz peronlar...
ayrılıklar ,kavuşmalar...
boğaziçi ,güney,doğu ekspresleri...
her Türk filmindeki olmazsa olmaz bir haydarpaşa garı sahnesi...
İstanbula ilk gelenin ilk karşılaştığı bina...
kadıköy karaköy arasındaki vapur seferinde uğranılan ve acelem olduğunda çok sıkıldığım liman...
acelem yokken hatta yolculukda yokken...
sadece yemek yemek için bile uğradığım bina...
panik yaptım ama...
tamamen kontrol altına alındı galiba...
bu yazı sözlük entrysi gibi olsa da...
haydarpaşa için olumlu enerji yollamalara bile başlayabilirdim...


daha öncede olmuş...

I.Dünya Savaşı’nda Anadolu’ya sevk edilmek üzere gar binasında depolanan cephaneler
6 eylül 1917 günü yapılan bir sabotaj sonucu infilak ederek muazzam bir yangın çıkarmış,
gar binası yangın ile birlikte garda harekete hazır bekleyen ve gara girmekte olan
cephane ve asker dolu çok sayıda vagonda bu arada yok olmuştur.

Bu sabotaj sonucu binanın çatısı imha olmuş ve diğer bölümleri de hasara uğramıştır.
Bu hasarı akabinde yapılan bazı onarım ve değişikliklerle
gar binası ve çatısı bugünkü görünümünü almıştır.
                                                                      alıntı:www.haydarpasa.com


görüldüğü gibi onarmışlar ve gar olarak hizmete devam etmiş...
umarım yine onarılır ve uzun süredir düşünüldüğü gibi otele dönüştürülmez...
ve...
onarımın ardından tekrar gar olarak hizmete devam eder...
devşirilmez...
fotoğraflar:vikipedi

evrene olumlu mesaj yollama sanatı



önce şu gereksiz uzun tatili özetlersem...

''mutlaka ama mutlaka birşey yapmalı ''
fikri,itici gücü...
meraklandırıcı,hızlandırıcı,hareket kazandırıcı ...
yanısıra
sıkıcı ve çokça fiyaskocu...
çünkü ''birşey''sözcüğü bile başlıbaşına meraklandırıcı ama yanısıra fiyaskocuymuş...

***

hani bir şehir efsanesi vardır
''bayramda herkes tatile veya köyüne gider...
istanbul boşalır
istanbulluya kalır''
diye....
adı üstünde işte şehir efsanesi o...
mahallenin pastanesindeki sürekli boş duran o göstermelik 3 masa bile doluydu...
daha ne olsun...
bu efsane fazla yayılmış herhalde...
nasılsa istanbul boşalıyor bayramda diye...
istanbula akın başlamış...

***

geçen gün uyandığımda ensemden sırtıma kadar kaslardan biri iptal olmuştu...
yani tutulmuş...
rüzgar üfürdü...
ters hareketti filan değil
kafamın altındaki yastık yere düşmüş farketmemişim uyku sersemi
devam etmişim uykuya...
bir yastık nelere kadirmiş...
o reklamlarda ''sağlığınız için ''
diye başlayan
ve devamı
''yastıksız yatın ''
''ortopedik yastıkla yatın''
''kaz tüyü yastıkla yatın''
laflarıda üfürükmüş demekki...
alışkanlığın doğası çok güçlüymüş...

sırtım tutuldu diye tatile tatil ekleyecek halim yoktu...
iş,güç,alışveriş devam etti elbette aynı tempoyla...

dün iş çıkışı çarşıdan balık alırken...
yan tezgahtaki şallara takıldı gözüm...
şal dediysem...
satıcı öyle diyor yoksa mendilin biraz hallicesi 1-2 liraya satılıyor...
ismi bile var...
fatmagül şalıymış...
televizyonda bir türlü yakalayıp seyredememiştim...
işte böyle zamanlarda iyiki net var...
ve diziden filme temiz ve doğru çalışan bir kaç site...
mesela burası
öykü yazarı vedat türkali için ve sumru yavrucuk için birkaç bölüm seyrettim...
şal meğer...
''fatmagülün suçu ne'' dizisindeki tecavüze uğrayan karakterin olay anında üzerinde bulunan şalmış...
şimdi şalın oyasına ıcığına cıcığına bakınca kadına dair gibi gözüküyor...
peki bir kadın dizide dahi olsa
hemcinsinin başına gelen bir vakanın simgesi yerine geçmiş bir eşyayı alır mı
üstünde taşır mı...
erkekler alıyor desem...
dedim ya incikli boncuklu bişey ...
geneli takmaz...
takansa geneli oluşturmaz...

her ne kadar dizideki fatmagüle kilitlenildiyse de...
dizide aslında birde örtülü istismar var...
hani şu toplumun rahatlıkla kabul ettiği ,içine sindirdiği,kılıfına uydurulmuş türden...
bir abi var ortada...
bildiğin ya da bilmediğin oligofren...
bu kişisel bakımını anca yapabilecek düzeyde zekaya sahip abiyi
vakt-i zamanında cin gibi bir kadınla evlendirmişler...
birde çocuk olmuş bu evlilikten...
çocuk 6-7 yaşında...
babaya bakınca ise takvim yaşı 30-35
zeka yaşı 5-6...
yani zeka yaşı olarak oğlundan küçük...
bu da
istismarın örtülü ,kitabına uydurulmuş,kabul görmüş olanı olmalı...
aslında film icabı filan değil tabi ...
etrafınıza dikkatli baktığınızda görürsünüz zaman zaman...
düşük zekalı erkeklerin cin gibi kadınlarla evlendirildiğini...
düşük zekalı kadınlarında her an psikopata bağlama potansiyeli olan erkeklerle evlendirildiğini...
bir sokaktan diğerine giderken yol konusunda dahi fikirbirliği yapamayanların...
bu tip konularda
kuyumcu terazisi hassasiyetiyle ve son derece organize şekilde işbirliği yapması...
ve boyut değiştirmiş istismara çanak hazırlaması ilginç...

sokaktaki can'lara bir kap su birazcıkda yemek vermeyi unutmazsınız değil mi...

sonrasında...
bu diziyi ve yaprak dökümünü yazanlara ''sapık'' diyen bir vekilimiz oldu...
senaristler lapin gibi atlayıp cevap yetiştirdi yetiştirmesinede
o sapık lafının kime dendiği hala ortada...
kitabı yazanla kitabı senaryolaştıranın farkının farkındalığının ortada olduğu gibi...
vekilinki de kendi adına iyi çıkıştı...
çoğumuzun bugüne kadar bu vekilin varlığından bile haberimiz yoktu...
böylelikle...
''herkes bir gün 15 dakikalığına meşhur olacak''sözü bir kez daha yerini buldu...

çarşıdan çıkarken telefon çaldı...
arayan
3-5 zamandır görmediğim/duymadığım bi arkadaş/tanıdık...
o da bir dönem bizler gibi gülen,ağlayan,kızan,sevinen,sinirlenen,mutlu olan, öfkelenen biriydi...
sonra köklü bir değişiklik yaptı sinir ve öfkeyi çıkardı hayatından...
bi tak çıkar demonte durumu varmış demekki...

trafik tıkanır bu gülümser...
köprüde 3 saat mahsur kalırız...
o 3 saatin bize armağan edilmiş muhteşem 3 saat olduğunu söyler...
biz bakar bakar sıkış tepiş köprüde aç,susuz
ve en önemlisi
tuvaletsiz geçirdiğimiz hafif doz işkence halindeki 3 saatin
pek bi armağan tarafını göremeyiz
ama o görür...
biz kilitlenmiş trafikte arabadan inip
ayaklarımızı yere vura vura araba etrafı turlar
dişlerimizi sıka sıka söylenir...
3 dakkada bir trafiği arayıp onlarıda ortak ederiz strese...
o da karşılığında
sakin sakin koltukta oturup evrene olumlu enerji yollar trafik açılsın diye...
hangi konuda olursa olsun sonradan değişim dönüşüm geçirenlerde birden peydahlanan
müdahale etme huyu bizim arkadaştada çıktı tabi...
sinemaya gidilecektir duygusal ya da romantik komedi için diretirde diretir...
sonunda herkes kopar konudan ve kafasına göre takılır...

günlerden bi gün bir başka arkadaşın...
evinde yaptırdığı tadilatda çıkan sorunları düzeltmek için
el birliğiyle çözüm arıyorduk...
her kafadan bir ses çıktı...
sonunda bütün sorunun ustada olduğu konusunda fikirbirliği yaptık...
adam evin tüm leğenlerinde zeminlerinde harç yapmış filan...
evinde
onun sandık odası dediği...
benimse lahit adını taktığım bir yer vardı...
sonunda...
ustayı oraya gömüp kapıyada duvar örmesini önerdik...
bu evrene olumlu mesajlar yollayan sıkıldı konudan feci gerildi...
hepimizin elbirliğiyle ona gereksiz enerji yüklediğimizi söyledi...
vayyy...
her biraraya gelişimizde herkesi acaip bir rehavet basıp...
esnemekten gözümüzden yaş geldiğini düşünürsek...
yüklediğimiz enerji gereksiz değil oldukça gerekliydi bence...
olsun o gereksiz olduğuna karar verip daha az görüşmeyi tercih etti...
böylelikle bizim enerjimizde bize kaldı...

işte çarşıdayken arayan bu olumlu mesajcıydı...
öfkeden kekeliyor...
gece arabasını takozlayıp lastiklerini çalmışlar...
'şirketini ara kaskodan ödesinler'
dedim...
bişi bişi indirimi varmış onu bozmak istemiyormuş...
şimdi napıcakmış ...

__unut gitsin git yeni lastik al fena mı yenilenmiş olur...
__yok çok para tutar veremem o kadar...
__peki çıkmacıdan al...
__alamam kabak olur onlar
__git sokak sokak ara o zaman
__saçmalama nasıl bulacam...

istanbulda çalınan araba lastiklerini bulmak gibi bir yeteneğim olmadığına göre...
son çareyi söyledim...
__polisi ara ...
sende o arada evrene olumlu mesaj yolla lastiklerim gelsin'
diye...

şükür...
kapandı telefon...

bayram'dan bayram'a



yüzünü asık gördüğüm sondajcı'dan mimara sorduğumda...

__neyin var gemiler mi battı...
diye...
ve...
__haklısınız ,galiba battı...
bir kurban bile alamadım bu bayram...
cevabı geldiğinde...
bir anda içime kaynağı belirsiz bir huzur doluverdi...
siz nerelerde bulursunuz şerdeki hayrı bilememde...
ben ...
alınamayacak ve kesilemeyecek olan...
kırlarda zıplamaya devam edecek olan bir kuzuda ,koçta...
sakin sakin otlamaya devam edecek olan inekte,danada,devede buldum...
3 gün ...3 ay...3 yıl daha... herneyse...
onlarında sınırlıdır ömrü...
aynı bizler gibi...
acımasız mı...
yooo...
ama parayı denkleştiremediği için kurban kesemeyecek olanlara...
''ayy ne kadar üzüldüm'' de
diyemem ...

zaten çocukkende ...
bizim sokakta her bayram koyun alan ,arka bahçesinde kesen...
ve...
bir kurban bayramından 3 gün önce 3 katlı evinin çatısının kiremitlerini onarırken...
çatıdan düşen bir yerlerini kırıp alçılarıyla yatan akif amcamız vardı...
annem babam geçmiş olsun ziyaretine giderken...
beni çok seviyor ,bende akif amcayı çok seviyorum ona moral olur diye benide götürmüşlerdi...

tahmin edemedi tabi bizimkiler...
benim sırıta sırıta...
__akif amcaaa koyun kesemiycen bu sene oh beee ...
o da otlayıp yaşamaya devam edecekkk...
sen öbür bayramda yat böyle olur mu...
diyeceğimi ...

annemle babama baktığımda bordo rengine dönüştüklerini görünce...
tırstım biraz...
içimden chuky çıkıyor demek ki böyle zamanlarda...
ama ...
küsmedi akif amca...
bayramdan sonra camının önünde oturup iyileşmeyi beklerken,
karşılıklı camdan el sallıyorduk birbirimize...
bir gün çağırdı beni...
gittim...

__yavrum kurban bayramında aldığımız koyunlar var ya hani sen kızmıştın bana...
__hı hı...
__bak ben sana ne sorcam şimdi ...
diyelim koyun almadık bu koyunun parasıda elimizde fazla ...
bize lazım değil ,sen olsan ne yapardın...
__parası olmayan çocukların hepsine çikolata,badem ezmesi birde
düdüklü şeker ,birde cevizli şeker alırdım...

4-5 yaşın para hesabı bu kadar...
ne elektrik parası ne su...
ne de telefon parasından haberim var...
şimdiki çocuklara bakınca feci derecede oligofren bir tablo...
bir daha koyun görmedim onların bahçede...
benim aklıma uyup şekere çikolataya yatırdıklarınıda sanmıyorum...
ne yaptılar ...
gidip başka yerde mi kestiler...
parasını mı bağışladılar...
hatırlamıyorum...

anılardan , günümüze döndüğümüzde...
evet kurban tüm dinlerde ve inanç sistemlerinde vardır...
ama kurban bayramı nedeniyle...
bunun üstünden devam edelim...

mesela...
inmeseydi o koç nolurdu....
herkes erkek evladını kurban etmeye devam eder miydi...
sormuyorum...
bu sefer...
cevabını biliyorum....

çoktan terkedilirdi bu eylem...

kimsenin diniyle yaptığıyla yapmadığıyla ...
kimsenin ilgisi olamaz...
benimde olamaz...
ama bir sıralamam bir açılımım vardır...
ki bu aslında mantık olarak herkesde vardır...

mesela...
hiç bir zaman oruç tuttuğunu görmediğiniz...
soran olursa da ...
pendikte oturup herekede çalıştığı için...
her sabah servisle bir ilden diğerine geçtiği için...

__ben seferiyim bana farz değil ki
diyen ...
muhittin'in koşa koşa arifeden koç almasını ...
__ayağımda tırnak batması var yere tam basamıyorum diyen ayşen'in namaz kılmayıp...
koşa koşa arefeden koyun almasını...
__bizim borcumuz var kredi kartına ...
kızım sağolsun parfümeriye kuaföre çok harcama yapıyor ,
kredi kartı borcu olana zekat farz değil kiii ...
diyen avni'nin zekat vermeyip....
7 ortaklı dana , inek kesmesini...

anlayamıyorum tabi...

emri ...
kendi çıkarına göre uyarlayan insanlara ...
sorsam ne olur...
sormasam ne olur...

milletin namazı ,orucu filan beni ilgilendiriyor mu...
zerre kadar ilgilendirmiyor...
ister 12 ay oruçlu gezsin,ister zil zurna sarhoş gezsin...
ister çarşafa girsin...isterse çıplak poz versin...
banane...
kimse giremez araya devreye...

bahsetmemin nedeni ...
tüm hayatını dinine endekslemiş...
farzı ,vacipi, sünneti eksiksiz yaşayan,yaşamaya gayret eden...
hayat disiplinini buna göre kurmuş insanları tenzih edebilmem...
evet kurban kesiyorlar...
içimde acısa , dilimin ucuna '' yahu şunu yapmasan ''demek
gelse de..
yutkunup susuyorum...
inancı,özü,sözü ile bütünlük içinde olanlar...
bazen katılmasakda saygıyı hakederler...
işte bunun için bahsediyorum...

çünkü...
beni ilgilendiren diğerleri...
diğerlerinin kurban bayramı müslümanlığı...
nasıl bir ruh yapısıdır ki...
bilinç eksikliği mi demeliyim...
farzı atlayıp vacipi atlayıp sünnetde israr etmek...
tefecilik yapıp milletin otuna ocağına çökenin...
sünnet diye diye misvakla diş fırçalaması gibi bir olay...

***içinde var olan öldürme güdüsünün bir şekilde tatmini midir desem ...
ağır olacak...
bayramın ilk gününden itibaren tüm piknik yerlerinde cümbürcemaat yakılan mangallarda...
3 saat önce kesilen hayvanın pişirilip ,rakı eşliğinde yenmesine bakınca...
bu bir açlık demek daha doğru sanırım...
aman ne açlıkmış be kardeşim...
sadece etle doyurulan ve bir türlü giderilemeyen ne açlıkmış bu...

hani etrafa karşı...
''biz etsiz sofradan kalkmayız kardişşş''
eğilimi vardır kimi çevrelerde...
hangi çevrelerde ??
onlar mı acaba bunlar...

ama çok eskidi ,köhnedi,demode oldu bu eğilimler be ...

hani bu nedenle yapıyorsanız...
uğraşmayın boşuna ...
hayvanlarında kanına girmeyin...

eskiden 5. sınıf filmlerde...
zenginliğin ölçütü havyar yemekti bilirsiniz di mi...
heh işte ...
geçti onlar....
havyar köşebaşı marketlerinde 3 otuz paraya satılıyor şimdi...
kasmayın yani boşu boşuna ...
hem kendinizi...
hem çevrenizi...
eh birde beni...

sokaktaki can'lara bir kap su birazda yemek vermeyi unutmadınız değil mi...

kurban bayramı dendiğine göre...
kim için bayram...
kurban için mi...
yani tüm kurbanlık hayvanların bayramı mı...
postuna kırmızı yeşil sarı boyalar sürülmüş ...
yol kenarında...
taşın toprağın ortasında ...
boynundan halatla direğe veya ağaca bağlı koyunlar ...
size bayram kutluyor gibi geliyor mu...
ittire kaktıra ,kesim yerine götürülüp yere yıkılıp korkudan şok geçiren...
avaz avaz bağıran hayvanlar,bayram sevinciyle,huzurla ve mutlulukla mı ölüyorlar...

ben, bunların doğru cevabını veremem...
karşıdan bakarım ve
'mutlu değiller ' derim...
ama ...
sizde doğru cevabı veremezsiniz...
karşıdan bakıp da...
''aaa onlar çok mutlu...zaten cennetteler ,üstelik üstlerine binip geçicez köprüyü''

diyemezsiniz...

bir kaç yıl önce...
bayramın ikinci günü...
kurtulalım şehirden...
biraz nefes alalım diye şile gebze arası bir bölgede arabayı park edip ...
yürüyüşe çıktık...
geniş bir piknik alanı çıktı karşımıza...
mangallar , yemekler,eğlenceler ...
çok kalabalıktı... tahmin edememiştik...
'dönelim'
dediğimizde...
bir kare takıldı gözüme...
ordan hafızama ...
ordan benliğime kazındı...

ağaçların altında yeni kesilmiş ve dallara asılmış koyunlar...
yanlarında yanan mangallar...
ve...
ulu bir ağaç...
ağacın altında çoluk çombalaklı geniş bir aile ...
ailenin erkekleri çalı çırpı topluyorlar mangal yakıyorlar...
ulu ağaç korumaya almış dallarıyla tüm canlıları...
da
o da başaramamış...
ağacın geniş gövdesine iple bağlanmış bir koç...
henüz canlı...
bakıyor sağına soluna...
parçalanan arkadaşlarını seyrediyor...
anlamış mıdır o mangalın kendisi için yandığını...
son 10 dakikasını yaşadığını...
taşır mı hakikaten çoluk çombalak tüm aileyi cennete sizce...

demedi demeyin...
atar üstünden....

bayram elbette kutlu olsun ama kurban kısmını ayrı tutmak kaydıyla....

nasıl becereksem...
şu anda bende bilmiyorum...

***mesela başka bir grup var...
kan akıtalımda bizden akması muhtemel kanları kazayı belayı
bu vesileyle defedelim anlayışına sahip insanlarda var...
bu nedenle kurban kesenler var...
tuhaf bir itikat yapmış niyeyse....
ağacın etrafını 7 kere dönünce işlerin iyi gideceğine inanmak tarzı bir durum...
oysa...
akan kan,akacak kanı engelllemez...
hatta ...
araştırma ruhunuz varsa eminim ulaşırsınız...
kanın enerjisi çekici ve kötüdür...
çeker yani...
kimsenin hayatına felaket tellallığı yapmak istemediğim için açılıma girmiyorum...
sadece
niyetimizi kontrol edelim...
kontrolsüz niyet...
eblehlikle eşdeğer bir tablo çizer...

***okur okur...
''kurban Allaha yaklaştıran bir vecibedir'' der...
çıkar işin içinden...
anam babam ...
*sen yuvada birbirine sokulmuş
analarının gagasındaki yiyecekleri yiyerek hayata tutan yavru kuşlara bakıp...

*denizin dibinde kayanın rengine uyarak kamufle olup hayata tutunanlara bakıp...

*kurumuş bir ağacın dibindeki sürgünde yeniden yapılanan hayata bakıp...

hatta öncelikle...
*kendi yaratılışındaki mükemmelliğe bakıp...

mesela...
karıncalarında sesi vardır...
duyuyor musunuz...
hayır...
damarlarınızdaki kan inanılmaz bir gürültüyle devir daim eder ...
duyuyor musunuz...
hayır...

peki duysanız nolur...
emin olun hiç iyi olmaz...
işte tüm bu mükemmelliklere bakıp bakıp da...
göremiyor ,hissedemiyor ve yaklaşamıyorsan...
deve sürüsü kessen ne olur...

aslına astarına bakarsanız...
bayramın ilk günü koşa koşa gidip 10 dakika içinde kurban alıp da...
kesmek değildir aslı astarı ...
önceden almak...
beslemek,korumak,sevmek,duygusal bağ kurmak...
ve o duygusal bağ kurduğun canlıyı Allaha kurban etmek...
o bağın en güçlü olduğu anda ondan Allah için vazgeçebilmek...
iyice kanırtıcaz ya...

işin doğrusunu isterseniz...
bu son yazdığım yukardaki tüm argümanlardan daha doğru bir mantıktadır...
mal sahibinin kim olduğunu hatırlatır...
bunu da derinleştirmeyeceğim...
bitmeyecek yoksa bu yazı...
ancak
niye hayvan?

burdaki açılım ...
egonu ...
nefsini tetikleyip ,abluka altına alandan vazgeçmek,vazgeçebilmek...
mesela...
adamın tüm egosu sahip olduğu evlerle kilitlenmiş...
17 tane evi var...
yaşama amacı bu nerdeyse...
koyunla,tavukla,deveyle alakası yok adamın...
değil 10 gün besleyip duygusal bağ geliştirmek...
10 sene birlikte yaşasa...
kurulmuyor o bağ...
o tüm bağı sahibi olduğu evleriyle kurmuş...

çıkarıp veriyor mu bir tanesini bir yoksula...
vazgeçiyor mu Allah rızası için 17 evden birinden...

işte bu noktada onun kurbanı,evidir ...
vazgeçiyor mu...
hayır...

kaç para koyun...
300-400 lira...
koyunların danaların nesli tükenmeye başlayıp kıymete binse...
-ki yakındır...
artık nurtopu gibi anguslarımız var-
her biri, bir ev parası olsa...
alıp kesecek miydi..

hayır...
niyet-fiyat arasındaki bağ mıdır...
ya da...
yukarda yazdığım gibi...
kontrolsüz niyet eblehlik midir...
madem ki ...
öyle ya da böyle sosyal yardımlaşmadır bu olay diyen bir çoğunluk var...
o zaman hakikaten yardımlaşma olsun...

eve çoluğa çocuğa ekmek almadan
granül kahve alır mısınız...

çocuğun karnı açken
onu alıp lunaparka götürür müsünüz...
varsayalım götürdünüz...
çocuk neşeyle dolar mı o lunaparkda...

döndürelim olayı yine ailelere...
adam evin kirasını 3 aydır ödeyememiş...
elektrik kesik...
su kesik...
bütün kaynakları tükenmiş...
ev sahibi evden atıyor...
karısı 3 çocuğu ve kendi ...
sokakta kalacaklar ...
kahroluyorlar...

sen ,sana farz olan zekatı iç etmişin...
ek kartttı...bok karttı diye....

bayramda koyun kesiyorsun dosta düşmana karşı...
hatta dahada kendi altını çizmek için dana,öküz ,deve filan kesiyorsun...
diyelim üzüldün bu aileye...
her yıl yaptığın gibi hayvanın işkembesini,ayaklarını ,kafasını,kemiklerini dağıtıp...
geri kalanı kavurup kavurup ...
deepfrize tıkmadın bu sefer...
bu adama kestiğin hayvanın bir kolunu götürdün...
hatta yarısını...
veya hepsini götürüp, verdin...

ne yapacak bu adam senin ona verdiğin kurban etini ...
hiç düşündün mü...

su yok...
elektrik yok...
evden atılıyorlar....
bırak yemek yapmayı...
tarhana çorbası komşudan geliyor...

götürdüğün kurban etini ev sahibine 3 aylık kira karşılığı olarak vermeye kalksa...
ev sahibi üstüne atlayıp ,bunu keser kurban niyetine...

napacak senden gelen koyunu ,danayı bu aile ...
kuzu kapamamı yapacak...
ne halt edecek...

patatesle,balıkla,bulgurla da doyar insanlar...
ama işte kesilen elektrik ,su...
bir avuç bulgurla açılmıyor...

sokakta kalan çoluk çocuk...
üşüyor...
parasızlık yüzünden yıkılan yuvanın çocukları shçek e giderken...
son hatırladığı bayramda yediği bir tabak et olmuyor...
yanan sobanın yanında anası babasıyla huzurlu ,mutlu olduğu günleri özlüyor...

***yukarda bir paragrafla tenzih ettiğim kesime ...Allah kabul etsin...

***yanlışını görmeyip ısrarcı olana ...akıl ve selamet versin...

***bu yazı nedeniyle kafası karışmış ikileme düşmüş olan varsa...
gidin bir kaç yoksul çocuğu sevindirin...
işsiz kalmış borca batmış birine destek verin...
gücünüz el verdiğince...
erzak götürün...yapın bir şeyler...

sizi rahatlatacaksa...
''ben kurban kesecektim ama sedencik diye biri var
onu okuyunca vazgeçtim,bizim sokaktaki yoksul ailenin kira borcunu ödedim...
günahım vebalim onun boynuna ''
dersin ...
de...
onada eyvallah...

ve ...
sevgi ve saygıyla...
hayırlı,huzurlu bayramlar olsun...

sn:2005/6/7/8  kolaj

29



tüyap kitap fuarının 29.sunu bitirdik anlamında bu sayı/başlık...
her yıl yaptığımı yapıp
ben tepebaşındaki fuarımı özlüyorum
nostaljisine dalmak
bu yıl içimden gelmedi...
yapmadım yapmıyorum...
nedeni basit...
o zaman bile yetmiyordu...
artık kalabalığız hiç yetmezdi...

yola çıktığımızda iyiydi hava...
tüyabı bilen bilir...
bir kaç otopark kullanırız...
ve hepsi görsel hafızanın çalışmasını sağlayanlardandır...
harf rakam belirleyici işaret aramayız boşuna...
arabayı parkedince herkes birbirine
''yerini iyi ezberleyin
yine döne döne aramayalım çıkışta''
dedi...
karadenizli dost fıkra gibi cevap verdi...
''arkası şeritli füme jeep in yanına parkettik unutmam merak etme''
eyvallah unutma jeep'in görevi zaten bizim yanımızda park halinde durmak bize adres olmak...
ama erken gülmüşüz...

bir yazarın /çizerin yaşayacağı en büyük mutluluğu yaşayanlar penguen çizerleriydi...
imza günü için özel salon ayrılmış penguencilere daha ne olsun...
okurlar döne döne 3 erli sıra yapmış...
salon dediğimse futbol sahası kadar...
imza için sırada bekleyen okur sayısınıda siz tahmin edin...
kavga yok gürültü yok...
kendi aralarında gülerek sohbet ederek sıra bekliyorlardı...

ahmet ümit'in imzası için bekleyenlerde epey kalabalıktı...
olur tabi bir kaç ay önce okuduğum ''istanbul hatırası'' gerçekten güzel kitap...
yinede ''beyoğlu rapsodisi''nin yeri bir başkadır...
standları didikleyerek ilerlerken...
imza kuyruğundakilerden biri ahmet ümit'in cep telefonunu istedi...
gülümsedi cevap vermedi...
isteyen ısrarlı çıktı...
stand görevlisi adama yaklaşıp...
cep telefonu verilmeyeceğini söyleyince...
hayal kırıklığı sinir bozukluğu yaratttı herhalde...
söylene söylene kuyruktan çıktı...
''cebini versene
telefonun ne
nerede oturuyorsun
adresin ne''

ilginçtir bu sorular...
kim olursa olsun...
iletişime geçmek isteyen sensen ki öyle gözüküyor
ümit kimsenin telefonunu filan istemiyordu gördüğüm kadarıyla...
o zaman kendi iletişim bilgilerini verirsin...
karşındakide senle iletişmek istiyorsa arar...
hepsi bu...

geçen yıldan bu yıla bile değişiklik var...
mesela geçen yıl maskeli çoğunluk vardı...
unuttunuz bile di mi...
hani domuz giribi vardı...
o yüzden maskeyle gezenler vardı...
dolayısıyla tüyapta bir çok yerde duvara monte edilmiş aparatlar vardı...
el hijyeni için pıstlarlardı...
birde tuhaf kokulu bir karışımı arada havalandırmadan verirlerdi...
yayınevleride ikram ederdi arada...
bu yıl yoklar...
henüz nurtopu gibi yeni bir gribimiz olmamasındandır...

geçen gün seyrettiğim bir dizide
-ki bu fbı 'ın eski kapanmış dosyalarının arasıra erişime açılması ile çekilmiş bir dizi-
insanlar aniden hastalanıyor...
hastane acilleri dolup taşıyor,ölümler başlıyor...
dr.lar hastalığı güçlendirilmiş şarbon olarak teşhis edince...
eyalet polisi bunun saldırı olduğu sonucuna varıyor ve fbı dan yardım istiyor...
fbı'ın ekip şefi'nin ilk emri

__derhal bunun aşısını bulmuş olan ilaç şirketlerinin sahiplerini ve tüm çalışanlarını sorgulayın...

len bunu ben söyleyince paranoid oluyorum...
fbı birim şefi söyleyince analitik düşünen parlak zeka oluyor...
hayata bak be...

değişim bu kadar değil tabi...
sel yayınları her geçen yıl kendini aşıyor...
birbirinden güzel yayınları okura ulaştırıyor...
orhan türker'den ferit edgü'ye...

okur ve yayınevi profili olduğu kadar stand görevlilerinin profilide değişiyor...
zamana modaya güne uygun olarak...
örtü yaygınlaşmış mesela...
hatta karaçarşaf...
normaldir...
ecevit zamanı mavi gömlek satışları hiç fena değildi...
demirelde şapka...
mesut yılmaz zamanında herkes sigara ağızlığı kullanır olmuştu...
özal döneminde viski-puro ikilisi vazgeçilmezdi semra hanım klonları oluşmuştu...
çiller sayesinde kuşburnuyla yaşar oldu insanlar...
yorgun musun
iç bi kuşburnu
hasta mısın
2 fincan limonlu kuşburnu...
patron maaşını mı ödemiyor...
iç bi bardak buzlu kuşburnu
gibi...

bir de tabi kaç potansiyel evlilik başlamadan bitmiştir acaba...
__avnicim aşkitom senle evlenirim ama bir şartla
__neymiş o
__benim soyadımı alırsan
__ne alaka be
__ama ööölee bende tek çocukum soyadımız devam etmeli bak başbakanımız bilem öle yapmış...
__peki hasefe yollarımız burda ayrılıyor sana mutluluklaaaarr

e işte şimdiki konseptimizde altınçilek-3 çocuk-
ve şule yüksel 'in vakt-i zamanında dizaynını kendi yaptığı...
bundan mütevellit ''şulebaş''olarak adlandırılan şimdiki örtme şekli moda...
hani ''huzur sokağı'' romanınının yazarı...
okumuştum...
aslında dil iyiydi...
ki bence örtü dizaynı yapacağına en baştan roman yazsa daha da iyiydi...
tamam canım her örtülüyü günün moda ikonu olarak sınıflamıyorum herhalde...
samimi ve inanç tezahürü olanı elbette kategorize etmiyorum...
kimseninde haddini aşıp edeceğini sanmıyorum...
sonuçta ecevitten önce aynı tondaki maviyi sevdiğinden dolayı mavi gömlek giyenlerde vardı di mi...
veya
semra hanım daha ortalıkta yokken viski içenler...
aslına bakarsanız benim kara kara düşündüğüm daha da başka...
mesela minik minik marjinal partiler kurulursa...
çoook ama çok marjinal...
hani kanarya sevenler derneğinin partileşmesi gibi bişi...
diyelim tr.a.ve.s.ti..ler minik bi parti kurdu...
nasıl olsa çağ değişir...devran döner...
diyelim bu minik partide iktidar oldu...
heh işte asıl o zaman al gözüm seyreyle cümbüşü...

sokaktaki can'lara bir kap su birazcıkda yemek vermeyi unutmazsınız değil mi...

din ötesi yayınlar basan bir standın önünden geçerken büyükpatron omzumdan dürttü...
ona sorarsan dokundu...
bana sorarsan dürttü...
illet olduğum bir harekettir...
sesle de çalışıyorum ben...dokunmatik değilim desemde dinleyen kim...

__noldu patron
__kitabın adına bak
baktım
''kabirde ilkgece''
patronun canı sıkılmış belli ...kötü kötü bakıyor kitaba
bana döndü
__ne demek şimdi bu noluyomuş yani mezarda...

bana soruyor
duyanda kitabı ben yazdım hadi olmadı bastım sanacak...

__çıngırak takılıyor ya mezarlara onu nasıl kullanacağını anlatıyorlar herhalde dedim
__ne çıngırağı
__ya işte eğer ölmemişsen içerdeki ipi çekiyorsun
mezarın üstündeki çıngırak çalıyor
görevliler koşup gelip seni çıkarıyor sende kaldığın yerden hayata devam ediyorsun
__ben hiç bir mezarın üstünde çıngırak mıngırak görmedim 2 dakkada uydurdun di mi...
__yarı yarıya ...yani çıngırak varda çoook eski dönemde ingilterede burda değil ...
__ölmeden mi gömüyorlarmış yani insanları o dönem...
__yok öyle değil öldü sanıyolarmış çünkü kurşun alaşımlı kaplarda yemek pişirip yiyorlarmış
ısıdan kurşun
açığa çıkınca zehirlenme durumları anlayacağın öldü gibi oluyorlarmış...
__eee iyide ölmediklerini nerden anlamışlar
__ya patron işte bi nedenden dolayı birkaç kişinin mezarı açılmış tabutların içi oyuk oyukmuş
çünkü çıkmak istemişler çıkamamışlar
bu sefer sahiden havasızlıktan ölmüşler

durdu bi baktı...
__kızım sen hakkaten kabus gibisin be...yahu içine ettin moralimin...
__sormasaydın o zaman patron
__yahu alt tarafı şu kitapta ne yazdığını sordum ...
__ne bileyim ben ben mi yazdım kitabı...
zaten yazanda bilmiyorki ne yani gitti gördü geri dönüp ilk geceyi mi anlatıyor sanıyorsun...
__tamam seden tamam tavuklu sandviç yemeye gidiyoruz biz ekselansla yarım saat sonra geliriz...
sizde ne haliniz varsa görün...
__hııı tavuklu sandviç...hani moralin bozulmuştu...

çıkışta feci sis vardı...
eve dönüşü düşüne düşüne...
ama yinede...
mimarsinanda aldık soluğu...
çok kısa mesafe olmasına rağmen uyudum arabada yorgunluktan...
işte o kısa mesafe ve kısa uyumalar beni dinlendirmez tam tersine sersem eder...
çinekop palamut rakı vakti...
sohbet muhabbet saati...
cep telefonunu arabada unutmuş bir arkadaş
asansörle aşağı indi almak için
çıkarken yanlış kata basmış yürüyerek geldi...
bizim karadenizlide fıkra anlattı bunun üstüne...

temel alışveriş merkezinde
-2.kattaymış yani zemin altı 2...
4.kata çıkmak için asansöre binip 2 ye basmış...
2+2=4 hesabı
ehi
yani fıkra bu...

zor olmadı benim için
__temel işteee 6 ya basacaktı halbusi demek...
masadakiler bana döndü kahkahalar eşliğinde bakıyolar öleee...
hani anlayacağımda varsa herkes gülerek suratıma bakınca ipin ucu kaybolmuş anlamıyorum...


__ne...
__ne ne
__nolduki niye gülüyorsunuz...
__niye 6
__eee -2+6=4
__yapma yahu

bak yine karadenizli insaflı çıktı
__4. kata çıkmak için asansöre binince hangi düğmeye basarsın
__4 e
__yaa 4 e di mi...seç bir tane il sedencim seni fahri hemşehrim ilan edecem...
__zonrize
__orası neresi
__düşündümde trabzonla rize arasında seçim yapamadım birleştirdim...

başlarken...
erken gülmüşüz demiştim di mi...

beklerken



kriz başladığı günlerde huy değiştirmişti büyükpatron...
millet indirime gitti...
o bütün işlere zam yaptı...
kağıt üstünde iyi bir hesabı vardı...
krizden dolayı 10 müşteri yerine 3 tane gelecekmiş ...
kazanmamız gereken parayı bu 3 kişiye bölerek onlardan alacakmışız...
ne herşeyin kağıt üstündeki rakamlardan ibaret olmadığı...
ne müşteri-firma arasında yıllara dayalı güven ilişkisinin zedelenmemesi gerektiği...
ı ıh hiçbirini dinlemedi...
dedim ya sadece kağıt üstünde iyiydi...

yani fırına giriyorsun ekmek almak için...
çıkarıp alıştığın parayı veriyorsun...
bakkal sana ekmeğin artık 5 lira olduğunu söylüyor
nedenini soruncada ekonomik krizden dolayı insanların az ekmek aldığını ...
eh kurduğu düzenin devamını sağlamak adına
kalanların artık ekmeğe 5 lira vereceğini söylüyor...
dedim ya kağıt üstünde giden müşteri haklı
düzenini koruyan fırııncıda haklı...
kaldığı için bir ekmeğe 5 lira ödediğinden dolayı küfredende haklı...
pekiii...
tamam...
sizde haklısınız :)

birara çek takip eder oldu...
bankaların istanbul şubelerinde gidipde dalaşmadığı bir tane şube
kalmış mıdır merak ediyorum...

banka elemanı...
__saat ikiden sonra gelin takasta olabilir dediğinde ...
kıyametler koparırdı...
__ne takası hangi takas...tarihe bak tarih bugünü gösteriyor öde çabuk...
gibi...

karşısındaki banka çalışanı değil ...
müşterinin vasisi sanki ...
de
çıkarıp cebinden ödeyecek...

tatsız,sinirli,öfkeli günler sürüp gitmişti...
isilik olmuştum o dönem anlatana kadar...
lafın gelişi gidişi değil hakikaten yüzümde pençe pençe kırmızılıklar oluşmuştu...
dr.a ilk lafım...
'bana böyle kalmayacağımı söyle' ...
olmuştu...

peki anladı mı...
hayır...
sadece...
banka işleri bana kaldı...

 
şimdilerde gerekli ıslahatı yaptığına kanaat getirmiş olsa gerek ki...
aylardır...
büyükpatron ofiste kendi odasında vakit geçirir oldu...

günlük milletle dalaşma telefonlarını ettikten sonra odasına girip kapıyı
kilitliyor ve çıt çıkmıyor saatlerce...

öyle bir sukunet çöküyor üstüne odasına giderken...
bi başında halesi eksik...
cep telefonunu benim masada unutuyor...
odasındaki kedileri bize yolluyor...
3-5-10 kere vuruyorsun kapıyı ...

neden sonra öte dünyadan gelir gibi bir sesle cevap geliyor...
''beni rahatsız etmeyin''

sonra sakin sakin çıkıp geliyor...
''birşey var mı''diye soruyor...
o an için söylenecek bir şey yoksa...
''yok bir şey''
dememizle beraber odasını kapatıp gidiyor...

sonra ara ki bulasın...
1 bazen 2 gün ortada yok ...
evdede yok...
cepte kapalı...
birşey sormak için ya da fikir birliği için çatlasan ulaşamıyorsun...
2 gün sonra hiçbirşey olmamış gibi çıkıp geliyor...
sorulan sorular geçiştiriliyor...

agatha ile başlayıp cornwell'le devam eden yolculuğumun işe yaramasını umut ederek...
yok olduğu günlerden birinde...
konyak arızasını yanıma alıp ...
odasına girip kapıyı kilitledim...
elbette karıştırıcam...
hee mikrobik kedi bana yardım edeceğinden değil ...
sadece erken uyarı sistemi...
6 kat aşağıda asansör kapısının bizden biri tarafından açıldığını bilip...
çığlık çığlık miyavlayarak kapılara ,duvarlara tırmanması bu sefer işe yarayacak...

pc den başladım..
bu adam pc yi her kullanımdan sonra formatlamıyorsa...
içindekiler...
iş dosyaları,haritalar vs...
elim değmişken...
net teki yolculuğunuda şöyle bi gözden geçirdim...
gazeteler,dergiler ,nasa,kuzey ışıkları,hubble teleskopu,uzayda yaşam formları vb.

çekmeceleri didikledim...
benim çalışma masamın çekmece
kilidinin anahtarı ona uyuyor ne tesadüf...
tamam tesadüf değil ...
aynı yerden alındığı için olmalı...
çekmecelerin bir tanesi evraklar,faturalar...
gerisi çerçöp
portakal kabuğundan tut...
geçen yıldan kalma şeftali çekirdeğine kadar herşey var...

evet evet özel hayatın gizliliği esastır...
mesela ajandamın kapağına dokunsa biri ben sussam vücut dilim soru işaretine döner...
ve fakat
sessiz habersiz ortadan 3 gün kaybolursam ardıma bıraktığım mesaj...
''ajandamı ,çekmecelerimi,telefonlarımı,hesap hareketlerimi gönül rahatlığıyla kontrol edebilirsiniz''
dir...

var bir şey ve ben bilmiyorum ya da bulamıyorum...

annesi arıyor...
__evladım bu çocuk ne işler karıştırıyor eve barkada uğramıyor...
çocuğa bak sen...
__üzülme Emel teyze arkadaşlarıyla takılıyor merak etme...

diyorumda yalan da bir yere kadar...
her şey olur...
akıl dediğin kıldan ince köprü...

dün...
tekniker...
bakkaldan...
hazır kekle beraber bir kutu dondurma almış...
fincan tabaklarına bir dilim kek üstüne dondurma koymuş...
yanında dimes in meyva suyuyla...
ikram etti...
fellik fellik çay kaşığı arıyorlar ...
eee öyle çatalımız bıçağımız tatlı kaşığımızla filan lokanta işletmiyoruz di mi...
ofis burası...

nasıl oluyorsa oluyor atılıyor mu nedir...
bitiyor bizim kaşıklar...
yok oluyor...
ki
10-15 gün önce metroda ucuz bulup 12 tane almıştım ofis için...
yok...
yine uçmuş....
büyükpatron vergi dairesine gitmişti...
gittim onun odasınada baktım...

masada rafta çekmecede yok...
odadan çıkarken...
taş dolabına takıldı gözüm...
taş dolabı ...
adı üstünde önü camla kapalı koca bir dolap...
içindede fosilinden taş numunelerine kadar bir alay mineral var...
en alt rafında tahta bir kutu var minikleri ona koymuştuk...
o kutu öne çekilmiş arkaya bir kutu sıkıştırılmış...
camekanı açıp arkadaki kutuyu çıkardım...


29 yazıyla yirmidokuz tane çay kaşığı ...
biri köstekli diğerleri sıradan kol saatleri...
her cins metalden uzunlu kısalı bir sürü çubuk...
kaybettiğimizi sandığımız 5 tane pusula...
ki bunlardan biri benim tatil pusulamdı...

içlerinden 4 tane kaşığı alıp getirdim ...
'bunlar içerde kalmış yıkayın kullanalım'
diye geçiştirdim...

sokaktaki can'lara bir kap su birazcıkda yemek vermeyi unutmazsınız değil mi...


işin yanısıra cambazlık yapıyoruz...
ip üstünde dengede kalmaca...
önemsiz sıradan birşeyse herkes bilebilir...
önemli bir sorunsa ...
ki çekmece muhteviyatı önemli gibi duruyordu...
o zaman herkes bilmeyebilir...

ofise gelir gelmez odasında ve tepesinde bittim büyükpatronun...

__patron niye 29 tane kaşığı ve yanısıra saat , pusula ve bir alay zımbırtıyı saklıyorsun...
__sen benim odamı mı karıştırıyorsun...
__sorumun cevabı bu değil...önce cevap sonra karşı soru...
__işin yok mu senin...

akşama kadar 10 kere gidip kontrol ettim...
konuşmuyor...
tebdil-i mekandaki ferahlık geldi aklıma...
__gel sana kahve ısmarlıyım ...
__niye en ucuzu kahve diye mi... istemez zaten kafamı bozdun...
__tamam o zaman sen ısmarla yanında martell de içelim...

ikna oldu gittik oturduk bi yere...
__ee anlat patron...
__yemin et kimseye söylemeyeceğine...
__etmem...
__niye...
__patron prensip olarak yemin etmediğimi bilirsin...
__iyi tamam...telepati ve telekinezi özelliğimi keşfediyorum...
__???
__bak mesela sondajcıyı ya da seni aramak için elimi uzatıyorum telefona pat diye telefon çalıyor...
ya sen ya sondajcı aramış oluyor...
__ee başka...
__geçenlerde rüyamda teyzemi görüyordum sabah bir uyandım teyzem bizde
kahvaltı ediyor...
sonra bir gün lambanın ampulune bakıyordum çok parlaktı rahatsız etti değiştirmeyi düşünürken
patladı
sonra konsantrasyonu tam sağlayınca metal bükülüyor...
bu yüzden çay kaşıklarıyla çalışma yapıyorum...
__büküldü mü bari...
__henüz değil çünkü konsantrasyonu sağlayamıyorum bi susmuyorsunuzki içerde...
__peki saatler??
__onlar çok kolay düşüncemi odakladığımda duruyorlar...
__duruyorlar ??
__evet tabiki duruyorlar...üstelik pusulaya bile yön değiştirttim...

şimdiii
büyükpatronun ilgi alanı oldum olası uzay...
uzayla yatar...fenerbahçeyle kalkar...
farklı yaşamlar arardı...
arardıda nerde arardı...
abone olduğu dergilerde,kitaplarda,araştırmalarda,belgesellerde...
veya daha kadim bilgilerde...
metafiziksel açılımları da ben sokmuştum çook zaman önce onun dünyasına...
iyi otur düşün şimdi kara kara...

sondajcıyı günde 10 kere biz ...
10 kerede o bizi arar...
elini telefona uzattığında sondajcı olma olasılığı veya benim arama olasılığım
çok yüksek...
teyzeni rüyanda gördüğünde eşzamanlı olarak teyzen gelmemiştir...
muhtemelen teyzen gelmiştir kahvaltı ederken sohbet ediyorlardır...
o arada sende horul horul uykunun onyüzbinmilyonuncu evresindeyken...
beynin senden bağımsız...
kuyudan gelir gibi teyzenin sesini algılamıştır...
ve rüyana 2 replik 3 karede teyzenden ilave olmuştur...
hani uyurken rüyanda tuvalet arıyorsundur feci sıkışmışsındır...
bir uyanırsın uykudan...
hakikaten soluğu tuvalette alırsın...
burdaki sır...
rüyanda gördüğün için çişin gelmedi...
çişin geldiği için o rüyayı gördün...
yani senarist iki kare ekleyiverdi...


5 liraya satılan çin malı saat zaten dededen toruna aile hatırası olmayacaktı illaki duracaktı...
pusulayı zaten ben bozmuştum ...
bir tanesini trabzonda maçka deresine düşürüp 15 dakika arayıp bulduk...
diğeri manyetik alana maruz kaldı...
ötekileride sen toplu halde kutuya tıktığından kutuplanmaları sapıtır tabi doğaldır...

desem mi...
yoksa...
biraz açılım
biraz teşvik
aaaa cambaza bak....
diye diye...
ülkeler yönetiliyorda ...bir büyükpatron mu yönetilmeyecek...
öylesine düşündüm işte...

 
__peki niye yok olup duruyorsun ortalıktan...sakın bana derneğe merneğe katıldım deme..
__ dernek değil pek...uzaydaki bazı yaşam formları bizden çok daha ileri bir teknolojiye sahip ve
kapasitelerini çok daha iyi kullandıkları için bu tip konular onlar için sıradan...
sonuçta uyumu yakalamamız lazım...
__ne yani uzaylı ,ufo falan mı bekliyorsun...
__e o da var tabi...
__nerde bekliyorsun...
__3-4 tane tespit edilmiş bölge var...
__napıyorlar park yeri yada mola yeri olarak mı kullanıyorlar oraları..
__bir kere daha dalga geçersen anlatmam
__tamam afedersin patron anlat sen...
__araştırıyoruz ekip olarak...
__ekip derken??
__sen tanımıyorsun ama istersen tanıştırırım...
arada toplantılarımız oluyor...
__yaaa
__seden yeter ''yaaa'' mı diyecen böyle ...
__yok dinliyorumda ondan ...şey bu ekibin üyeleri nasıl bişeyler yani görünüyorlar mı...
__bu nasıl soru be ne demek istiyorsun sen...
__yani bizim gibiler mi diyorum patron...
__elbette bizim gibi...3 tanesi meslektaşımız bir tane iktisatçı 2 tane matematikçi ,5 fizikçi var aramızda...
sen uzaylılarla karıştırdın ...benim bahsettiğim burdaki insanlar...
uzaylıların bir kısmı aramızda zaten...
sadece henüz tanımıyoruz...


hakikaten ne çıkarsa mühendislerden,fizikçilerden çıkıyormuş bu alanda...
ehh...
birde biz
tanışalım bakalım şu ekibin üyeleriyle...