bu sitedeki yazılarımın....kopyalanması,çoğaltılması,yayınlanması 5846 ya göre yasaktır...

ustalar ustası...





bütün hafta fizibilite vardı yine ...
dünkü arazi...
yeni gelişecek ve dolayısıyla ...
yeni zenginlerin bir süre sonra...
uydu kent haline getireceği yerlerden birindeydi...
salak stajyer haritayı ofiste bıraktığından...
büyükpatronunda paranoyaları,obsesyonları
ve doğal getirisi olan berbat huysuzluğu şu aralar pik yaptığından...
herzamanki gibi elimizdeki pafta adres vs. ile iş yapamazdık ...
arazi sahibini yedeğimize alıp kılavuzluk yaptırıp öyle ulaşmalıydık sahaya...
arazi sahibinede eziyet bizede eziyet...
zaman çakışmaz...
adam geveze çıkar...
iş aksar...
vs. vs.

adamın kartında yazan iş adresine gittik...
bir apartmanın altında 20 metrekarelik bir dükkan...
ne dükkanı belli değil...
tabela filanda yok...
heryeri cam...
içerde bir masa 3 sandalye...
masa üstünde bir telefon var...
başkada hiçbirşey yok...
adamda yok zaten...

kapı duvar...
büyükpatron yan taraftaki duvara homurdana homurdana tekmeler indirirken...
bizimkilerden biri kapının yanında bulduğu pirinçten mini aslan başı zile bastı...
hani şu aslanın ağız kısmında düğme var...
düğmeye basıp zili çalınca aslanın gözlerinde kırmızı ışık yanıyor filan...
işte ondan...
gözümü dikmiş patronun ayağına bakıyorum...
bakıyorum çünkü...
eskaza o ayak duvarın kötü bir yerine gelip ...
şöyle ucundan azcık acırsa filan...
avazı çıktığı kadar yakacağı ağıtlar sayesinde ...
nasılsa bütün mahalle çıkıp bize bakacak...

o da homurdanıyor elemanı fırçalıyor...
__içerde böcek bile yok ne halt etmeye çalıyorsun o zili ...
diye...
oysa...
bizimkilerin zili çalması işe yaradı...
yandaki kahvenin kapısı açıldı ...
bir adam hızla yanımıza geldi...
zilin bağlantısı kahveye mi yapılmıştı anlamadım ama...
sonuçta zaten önemli olan adamı bulmaktı...

mini izahat verdi arazi sahibi...
dükkanı ofisiymiş ama zaten önemli değilmiş...
çünkü emekliymiş...
gün mü ...yıl mı ...yaş mı ne ...
işte öyle birşey bekliyormuş ...
arada bulursada tanıdıklara arsa alım satımı yapıyormuş...
boş dükkan sıkıcıymış o yüzden kahveye takılıyormuş...
emeklimizin yaşıda olsun olsun 35-40...
iyi ya...
takılsın herkes kafasına göre...

yola çıktık...
adam arabasıyla kılavuzluk etti...
daha doğrusu...
kargalara rahmet okuttu...
3 kere aynı sokaktan geçip...
2 kerede sonu otluk çalılıkla biten çıkmazlara girip...
büyükpatron torpidoyu tekmelerken...
daracık yollardan geri vitesle çıkınca...
adamı ...
emekliliğini ...
en çokda sigortalı olma yaşını iyice merak ettim...

sokaktaki ''can''lara bir kap su birazcıkda yemek vermeyi...onların varlığını unutmazsınız değil mi...

zaten sık soru sormam...
sorarsamda düz sorarım...
tuzak sorucularda var biliyorsunuzdur...
hani çaktırmadan sorup ...laf almaya çalışan...
hani
''ilkokula nerde başladın''
diye sorar...
arkasından gelen soru
''yıl kaçtı'' olur...
yeri yılı söylersin ...
halbuki onun yer filan umurunda değildir...
karşındaki kurtlu kaşar kıvamı
o arada çoktaaan parmak hesabı yapıyordur bile...
ilkokula 6-7 yaşında başlanır...
şu yılda 7 yaşındaysa 2010 da kaç yaşında olur
diye...

sayısız çoğalır bu örnekler...
cin ya bunlar...
direct soru sormaz...
dolaylı sorar...
yem atar,olta çeker filan...
kendi allame geri kalan enayi ya...
o oltayla anca çırçır yakalar halbusi...
ya evet böylede bir kelime var...
''k'' yok ''s'' var ...
halbuki değil halbusi...
aksandan mı kaynaklanıyor bilmiyorum ...
ama ...
gerçekten müthiş sevimli geliyor bu kelime bana bu aralar...

neyse...
sordum bu adama kaç yaşında sigortalı olduğunu...
dayısının fırını varmış ekmek,kurabiye pasta yaparmış...
bu da 15 yaşında dayısının yanında hamur ustası olarak işe başlamış...
sigortada öyle başlamış...
sonra pek birşey yapmamış...
ama...
emeklilikde öyle gelmiş...
hani ...
çırak,getir götürcü,servis elemanı falan dese takılmayacam öyle çokda...
adam hamur ustasıymış 15'inde...
bak sen yahû...

kendi arazisine 5 kayboluştan sonra gittiğimize göre...
üstelik...
onun dünyada bugünkü duruşuna bakınca...
sonrada zamanda geri sıçrayıp onun 15 yaşına uzanınca
1 e 1 milyon bahse girerim...
bu herif 15 ' inde bırak hamur ustası olmayı...
anasının eteğinin üstünde oturmuş şebelek şebelek etrafı seyredip...
parmağını emiyordur kesin...
miskette ütülen,çivide çakozlayan,
saklambaçta oynarken saklanıpda kendi kendiciğine kaybolanlardan olduğunu...
bakkaldan ekmek almayı beceremediğini tahmin etmek için ...
benimde allame olmam...
gerekmiyor...

kimi ...
yıllardır emek verdiği işten kazanması gereken emeklilik hakkını...
bir çırpıda yitirirken...
4c lere filan toslarken...
kimi 15-16 sında şirketler kurarken...
bu da 15'inde hamur ustası oluvermiş ...

demek bu şebeleğin çakal babasıda baktı baktı oğluna...
''len bu herif bırak çalışmayı para kazanmayı emekli olmayı...
pantolonunu bile toplayamaz iyisi mi ben bunu şimdiden sigorta ettireyimde
3-5 kuruş emeklisi olurda birde sağlık neyin devlet bakar işte''
dedi herhal...
iyiii...

sn:burçak tarlası'nı '' kardeş türkülerin'' bu başarılı yorumunun yanısıra...
birde...
bulursanız Tülay German ve Ruhi Su'dan dinleyin...

pırlanta'dan sevgililer günü


şimdi 14 şubat tantanası yaşanıyor her açıdan...
mesela ilk açımız ...
barından büfesine...iç çamaşırı dükkanından çiçekçisine ...
cd satan dükkanından pastanesine her yer kırmızı ....
canlı kırmızı güllerden yapma kırmızı güllere ,sapı gümüş olanından ,
şampanyanın içine hapsedilmiş olanına kadar her yer gül...
kırmızı kalpli örtüler,yastıklar,takılar,hediyeler,kutular vs...
bu renksizlik sıkıyor beni...
heryerin aynı renge büründüğü yer renksizdir ...
hadi tamam itiraf edeyim...
kırmızı tercihim olan renklerden biri değildir...
zaten gül de en bayıldığım çiçek değildir...

tv.daki ...gazetelerdeki...panolardaki...
pırlanta reklamlarını görmüşsünüzdür...
hatta yeterli değil...
imza kampanyası başlatalım gecede 5000 kere falan versinler...
hediye dedinmi pırlanta olcaaakkk ...
pırlanta yiyip ...
pırlanta içip ...
pırlanta def-i hacet eylediğimiz günler bugünler...

çok normal ...
kdv si 0 tl olan başka herhangi bir mal tanıyor musunuz...
elektrikten oduna...
odun'dan don'a...
kaleme,soğana,ekmeğe suya,tezeğe,
aklınıza gelebilecek herşeyin kdv'si var...
karşılığında pırlantanın,zümrütün,yakutun kdv si 0...
herhalde o yüzden almayanı dövüyorlar...
yüzde 18 olan kdv oranı 1 Ağustos 2004'ten itibaren,
kdv istisnası getirilmek suretiyle, sıfıra indirildi
o yüzden günde milyon defa pırlanta reklamı yapılıyor tv.da gazetelerde...
ve hiçde azımsanmayacak sayıda insan 36 taksitle pırlanta alma peşinde...

hee bu arada...
tek taş adı altında satılan zirkonyumların,mozanitlerin...
veya...
300-500 liraya satılan kırpık pırlantaların aslında çokda piyasa değeri yok...
kaldı ki düzgün kesimli bir elmasın bile alım satımı arası uçurumdur...
yani nedir...
yatırım amaçlı alamazsın...
ne için alırsın,süs,aksesuar vs...

peki...
başka açıdan bakalım :)
deneyin...
ipeklere bürünüp hoş ve sağlam bir makyaj yapın...
parmağınızada hoş tasarımlı biraz dişe dokunur boyutta zirkonyum bir yüzük takın...
karışın topluma...
maddi değeri 3-5 liralık yüzük ilgi çekecektir...
hatta ...
bir kısmı gözünü yüzükten alamayacaktır...
ertesi gün değiştirelim konsepti...
ayağımıza 5-6 senelik cıcığı çıkmış botlarımızı geçirip...
salaş bir pantolon,bere vs. ile beraber parmağımıza çay sehpası boyutundaki...
maddi değeri küçük çaplı bir servet olan elmas yüzüğümüzü takıp...
semt pazarına gidelim hıyar seçelim...
ordan bara...ordan sinemaya vs.
ortalarda elmas eksperi yoksa kimsenin dikkatini çekmeyecektir...
ilginç di mi...
neymiş...
ister takı ...ister kılık kıyafet...
aslında...
mal seni taşımayacak...
sen malı taşıyacaksın...
o sana değer katmayacak...
sen ona katacaksın...
niye ?
eee adı üstünde mal işte...

ama amaaaa...
şunuda unutmayalım kdvsi 0 olan sadece gerçek olanlar...
yani elmaslar,pırlantalar,zümrütler...
bunların taklitleri yine %18 kdv...
ne kadar gözyaşartıcı di mi...

pırlanta iyi birşeyde olabilir tabii...
üstündeki kanı*** silmeyi başarırsanız ışıldar bile...
evettt herkes hediye olarak pırlanta alsın ...
o arada emekli memur kamil bey ...
pazarın ardından kalan çöplerin içinde yiyecek aramaya devam edebilir...
ne gam...
üstelik pırlanta dediğin 24 ay-36 ay taksitle satılıyor,
azimle niyetliler bu ülkede pırlantasız kadın/erkek kalmayacak...
kayışdağında iki göz gecekonduda oturan ...
ve bu ayki 150 lira olan ev kirasını ödeyememiş yılmaz ,
36 ay taksitle karısı sakineye yüzük alabileceği yerleri soruyor desem...
inanmazsınız di mi şimdi...

yok canım bir şeyi sabote ettiğim,heves kırdığım falan yok...
boku çıkarılmış herşeyden nefret ederim hepsi bu...
bir ara tv.larda sucuk reklamını yasaklamışlardı...
''alan var alamayan var canları ister '' demişlerdi...
ne oldu da sucuk alamayan insanlar ,pırlanta alabilir oldu...
''pırlanta yiyecek maddesi değil kiii'' diyorlar di mi...
iyide...
nefsin eğitimi yada eğitimsizliği sadece yiyecekle sınırlı değil ki...
reklamda görüp görüp ,
kağıt üstünde tekstil işçisi ...
pratikte...
aylardır işsiz olan kocasından pırlanta yüzük isteyen yarım akıllı gülsüm ...
bu 14 şubatta da
alınmadığını görüp gece yatakta doğrarsa zavallı adamı...
mesela yani di mi...
anlarsınız o zaman nefside eğitimide...

yakında çıkar biri ...
'kömür alamıyorsanız pırlanta alınnnn' diye akıl fikir bile verir belkimm...
kimdi o...
marie antoinette di di mi...
hani halkına
''ekmek bulamıyorsanız pasta yiyin''diyen...
sahi demiş midir ki bu lafı...
yoksa ...
''ekmek bulamıyorsanız makarna yiyin'' di de milletin işine böylesi mi geldi...
hayır yani bir insan bu kadar künt olabilir mi...
pek akıllıca gelmiyorda...
neyse...

2. açımız...
''14 şubat kutlayan batı özentisi sefiller''
diye çığırıp duran açı...
suudi geçen 14 şubatta kırmızı gül satışını yasakladı...
iyi...
onların kutlayan kısmısı londra,istanbul arası mekik dokuyor zaten...

sokaktaki can'lara bir kap su ,birazda yemek vermeyi unutmadınız değil mi...

14 şubat kutlayan her insan st.valentine in tüm hayatını...
nereli olduğunu filan biliyor mu zannediyorsunuz....
''kardeş be o endonezyalı'' desen onada inanacak bir kesim var...
bir düşünün...
'' bu batı özentisi sefiller''
niye jan darkın doğum gününü kutlamıyor sizce...
niye amerikanın 4 temmuzunu almamışlar...
oysa 3-5 okul yolu arşınlamış her insan jan dark'ın adını ,
st.valentine'den daha önce ve daha çok duymuştur...
ama buna rağmen st. valentine'e yapışmıştır...
onu ezbere almıştır...
niye??
sevginin,aşkın zaferi midir...
sevgiye dair bir özlem midir....
doğum gününü ,evlilik yıldönümünü unutan
hödük sevgiliye/kocaya toplumsal dayatmayla gül aldırabilme
ve bir an bile olsa mutlu olma gayreti midir...
kadınların tutunduğu,desteklediği onayladığı bir gün müdür...
evet evet kesinlikle öyle...
kalpli başörtüsü bile gördüm vitrinlerde...
kadının sahip çıkmadığı herşey bitmeye mahkum...
karşıysanız aklınızı kullanacaktınız...
arada sırada bir dal çiçekle gidecektiniz...
eee siz yapmazsanız...birileri dayatır...
harekete geçemeyen zihinlerin dayatmalarla kuşatılması an meselesiymiş...
gördük...

yinede kutlu olsun ,hayırlı ve de uğurlu olsun...
sevginiz hep daim olsun...
aklınız yerinde olsun....
dilenci duası etmeyenleriniz olsun
ille yemeğe filan gidecekseniz...
hidiv kasrı ,molla aşkı parkı ve çamlıcayı denemeyin bile....
tıklım tıkış oluyor...
bu güne karşı duranlar ellerinde kırmızı gül ve sevgilileri ile beraber...
bu iki yerde karşı duruş günü kutluyorlar...
bilginiz olsun...

peki ben ne yaparım...
öncelikli günlerimden olmamakla beraber ...
bir çiçek gelir,belki yemeğe gideriz yada gitmeyip film seyrederiz...
karşı duruş değil canım...
zamanında kendim uydurduğum ...
ve bir kısmının nedenini benim bile unuttuğum
bir çok gün var kutladığımız ...
gönül almak,hediye almak bir çiçekle mutlu etmek için ise ...
zaten yılda 1 günü beklenmemeli...
istediğiniz günü,istediğiniz gibi kutlayın...
mutluluğu ,sevinci elbette gözardı etmeyin...

sn1:bir elmas bir pırlanta diyerek kafasını karıştırdıklarım varsa ...
elmas doğal halidir ,pırlanta işlenmişi...
ki bazen kesim şeklinden dolayı ihtiyaç bile kalmaz...
ikiside karbondur vessêlam...

***elmas dediğimiz,aslında bildiğiniz karbondur (C)
mesleki ve teknik olarak bakmayacağım...
endişe etmeyin....
çıkarılması sancılıdır...
istisnaları olmakla beraber...
büyük kısmı ...
afrika ülkelerinde ve geri kalmış birkaç ülkede
bu ülkelerin fakir insanları çok zor sağlık şartlarında çalıştırılarak çıkartılmaktadır.
bu ülkelerdeki içsavaşlar elmas firmaları tarafından kışkırtılmaktadır...
gerek savaşta ,gerekse çıkarılma esnasında ...
sakat kalanlar,hastalanlar,işkence edilerek cezalandırılanlar...ölenler...
dramdır bu...
bu dram ...
brezilya , venezüella,avustralyanın batısı,kongo,angola,güney afrika cumhuriyeti,
sibiryanın bir bölümünü de içine alır...
elmas rüyasının işçileri için sonuç çoğunlukla kâbustur...
bir düşünün herbir minik elmas için kaç kişi canından oluyor...
peki niye bu talep...
kendini değerli bulmayan insanın ,
başka insanların hayatlarıyla bedel ödediği ,ve bu bedeli yüklediği taşı
parmağında boynunda taşımak...
değerli mi hissettirir...
veya bu taş boyunda, kulakta iken ,varolan değerli kimlik ne zamana dek sürer...
bir başka insanın gelipde küpesine yüzüğüne kilitlenip ...
kendisini sallamadığı zamana kadar mı sürer ...
yada
carbon kadar değeri olmadığını anladığı an'a kadar mı ?
ağaçdan ,insan hücresinin zarına kadar her yerde karbon var...
baktığınız ,yaşadığınız her yerde var...
en önemlisi kendinizde var...
dolayısıyla doğru dürüst bakmayı en önemlisi görmeyi becerebildiğimizde...
herşey elmas kıymetinde...
sn2:2008 14 şubatında yazdığım yazının ekleme ve düzenlemelerle 2010 halidir...

şu dağın ardı...



''yurtdışında uzun yıllardır okuyan İranlı genç...
devrimden sonra ülkesine döner...
bir kilo pirinç almak için bakkala gittiğinde...
bakkal;
pirincin artık camilerde satıldığını söyler...
genç :
__cami pirinç satar mı ?benim bildiğim camilerde namaz kılınır...
bakkal :
__namaz artık üniversitede kılınıyor...
genç:
__olur mu öyle şey ? üniversitede öğrenciler,profesörler olur...
bakkal acı acı gülümser ve :
__senin bildiğin profesörler ve öğrenciler artık evin hapishanesi*nde
diye cevap verir...

şaşıran genç...
__ne diyorsunuz siz? peki hapishanelerdeki hırsızlar katiller nereye gitti?
deyince...
bakkal:
__onların hepsi mecliste oğlum...
diye cevaplar...


Meltem Vural'ın
hayatının bir kesitini anlattığı....
''Şu dağın ardı İran ''kitabının 83. sayfasında
Meryem ve kocası Huşeng'le sohbet ederlerken anlatılır bu buz gibi gerçek ...
fıkra niyetine...
İran komşu...
komşu anlatıyor bu fıkrayı...
kitabın yazarına ...
o da hayatının bir kısmını geçirdiği İrandaki yıllarını anlatırken...
bu fıkrayıda ekliyor kitaba...

yani neresiymiş?
İranmış...
komşu...
tamam di mi...

dönüyorum bu komşuluk ekseni etrafında...
ama...
okurken sizde döneceksiniz nasılsa...

ilginç milletiz biz...
şaka değil...
hakikaten ilginciz...
büyüğünden küçüğüne ...delisinden velîsine hepimiz...
karşı apartmanda oturan paranoyak kuyucadısı2** kapıyı tıklatıp...
''mahalleye hırsız dadandı ''
dese...
yeminle tüm sokak kapı-cam açmayız...
çıt çıksa ayağa fırlarız...
hırsız avına çıkarız...

komşu 30 senedir anlatıyor...
yetmiyor yazıyor
o da yetmiyor
filmleri var...
vız geliyor tırıs gidiyor...
sahi persepolis'i seyrettiniz mi...

sokaktaki can'lara bir kap su birazcıkda yemek vermeyi unutmazsınız değil mi...


2007 yapımı animasyondur...
kısaca...
Marjane ve ailesi...
baskıcı Şah iktidarının devrilmesini büyük bir sevinç ile karşılarlar...
demokratik bir yönetimin geleceğini düşünürler...
Şah'ın baskısından sonra sıra mollaların baskısına gelmiştir.
yani...
niyet neydi akîbet ne oldu'nun öyküsü...

bu noktada...
__şah
deyince
__mat ...ehiehiehi...
kıvamındaki bazı zihinlere...
ya da...
sorun'un din değil ...
din rant'ı olduğunun uzağına düşenlere...
2 metre örtüye kilitlenipde...
kurutulan kaynakları,yoksullaştırılmayı...
işçilerin haklı mücadelelerini ıskalayanlara...
gün itibarıyla...
ağız,burun,gözlük vs. kırılan meclisten...
hayra alamet bir yasa çıkacağına inananlara...
tüm bu kitaplar filmler ne ifade eder bilemem elbette...

neyse...
dönelim ''şu dağın ardı İran''a... 
akıcı ve yazarın yaşadıklarına rağmen olabildiğince tarafsız yazılmış...
''şu dağın ardı İran''
güzel tespitler ve ilginç profiller var kitapta...

137.sayfada Bender- Abbas'ta ***
doğma büyüme Tahranlı Minu'yla sohbet eden yazar'a...
Minu büyükbabasının yıllar önceki sözünü aktarır...


''büyükbabam,
İranlılar buğday tarlası gibidirler...
kuvvetli rüzgarla eğilir...
sabırla bekler ve fırtına dindiğinde...
hiçbirşey olmamış gibi başlarını dimdik kaldırırlar...
Osmanlı ise çınar ağacı gibidir...
fırtınaya bütün güçleriyle direnirler.
dalı,yaprağı kırılsa da...
güçlü kökleri sayesinde yeniden kendini onarır ve yeşerir derdi''


bu paragrafın bitiminde ''boş başak,dolu başak''
rüzgarıda esmedi değil kafamda...
da...
sonunda çınarıda buğdayıda sevdiğime karar verdim...


*Evin hapishanesi:Tahran'ın kuzeydoğusunda ...
elbruz dağına yakın inşaa edilmiş ...
siyasi suçluların kapatıldığı ...
gerek şah döneminde gerek islam devriminde işkence merkezi olarak kullanılan...
hapishane...

**kuyucadısı2:üst katta oturan kuyucadısı'nın karşı apartmandaki musibet kankası...

***Bender-Abbas:İran'ın güneydeki en önemli liman kenti...
yani depremden önce öyleydi...
herhalde yeniden toparlanmıştır...